5 Aralık 2014 Cuma
13 Şubat 2014 Perşembe
Medeni Yargılama Hukuku
Medeni yargılama hukuku (Medeni usul hukuku), özel hukuk alanında ortaya çı*kan uyuşmazlıkların bir sonuca bağlanmasında mahkemelerin izleyecekleri yön*temleri (usulleri) belirleyen hukuk kurallarından meydana gelir. Diğer bir deyişle, medeni yargılama hukuku bir hukuk davası'nın, örneğin bir alacak veya boşanma davasının nasıl, hangi mahkemede açılacağı, iddiaları ispat etmek üzere kanıtların (delillerin) nasıl getirileceği, hükmün nasıl, ne şekilde verileceği ve kesinleşeceği gibi konulan inceleyen ve hükme bağlayan hukuk dalıdır.
Medeni yargılama hukukumuzun başlıca kaynağını, sonradan birçok deği*şikliklere uğramış bulunan 1927 tarihli Hukuk Usul-ü Muhakemeleri Kanunu oluşturur.
Adli yargının temelini mahkemeler oluşturur. Mahkemeler hüküm mahkemesi ve denetim mahkemesi olmak üzere iki türlüdür. Hüküm mahkemesi veya ilk de*rece mahkemesi dediğimiz mahkemeler, medeni yargılama hukukunda sulh ve asliye hukuk mahkemelerinden ibarettir. Kural olarak her ilçede bir asliye hukuk mahkemesi bulunur. İş mahkemeleri ile tapulama mahkemeleri de asliye mahke*mesi niteliğindedir. Bu mahkemeler tek hakimlidir. Buna karşılık bazı büyük şe*hirlerdeki ticaret mahkemeleri üç hakimden oluşan bir kurul halinde çalışır. De*netleme veya kontrol mahkemesi ise, Yargıtay (Temyiz Mahkemesi)dir.
Medeni yargılama hukuku, çekişmeli yargı (nizalı kaza) ve çekişmesiz yargı (nizasız kaza) biçiminde bir ayırıma uğrar.
Çekişmeli yargıda, taraflar arasında bir çekişme (ihtilaf), bir uyuşmazlık vardır ve bu çekişmenin giderilmesi, uyuşmazlığın bir sonuca bağlanması için mahke*meye başvurulur, yani dava açılır. Örneğin bir tarla üzerinde iki kimse aynı anda mülkiyet iddiasında bulunur veya karı koca arasında evlilik birliğini çekilmez ha*le getirecek derecede şiddetli bir geçimsizlik baş gösterirse, taraflardan biri mah*kemeye başvurarak (dava açarak) hakkının tanınmasına veya boşanmaya karar verilmesini talep eder. Mahkemeye başvuran tarafa davacı, diğer tarafa ise dava*lı denir. Dava, yetkili ve görevli mahkemeye davacının vereceği bir dilekçe (dava dilekçesi) ile açılır.Davalar, ifa davası, tespit davası ve inşai dava olmak üzere üç çeşittir.
Çekişmesiz yargıda ise, karşıt menfaatlere sahip iki taraf ve bunlar arasında bir çekişme, bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Çekişmesiz yargı, mahkemelerin idari faaliyeti andıran işlerini, bireysel menfaatleri korumak üzere alacağı idari ön*lemleri kapsar. Örneğin bir akıl hastasını kısıtlayarak kendisine bir vasi atama, bir küçüğün ergin kılınmasına karar verme, vakıfların mahkeme siciline tescili, evlat edinme de izin ve onay gibi işler, çekişmesiz yargıya giren işlerdir.
Medeni yargılama hukukumuzun başlıca kaynağını, sonradan birçok deği*şikliklere uğramış bulunan 1927 tarihli Hukuk Usul-ü Muhakemeleri Kanunu oluşturur.
Adli yargının temelini mahkemeler oluşturur. Mahkemeler hüküm mahkemesi ve denetim mahkemesi olmak üzere iki türlüdür. Hüküm mahkemesi veya ilk de*rece mahkemesi dediğimiz mahkemeler, medeni yargılama hukukunda sulh ve asliye hukuk mahkemelerinden ibarettir. Kural olarak her ilçede bir asliye hukuk mahkemesi bulunur. İş mahkemeleri ile tapulama mahkemeleri de asliye mahke*mesi niteliğindedir. Bu mahkemeler tek hakimlidir. Buna karşılık bazı büyük şe*hirlerdeki ticaret mahkemeleri üç hakimden oluşan bir kurul halinde çalışır. De*netleme veya kontrol mahkemesi ise, Yargıtay (Temyiz Mahkemesi)dir.
Medeni yargılama hukuku, çekişmeli yargı (nizalı kaza) ve çekişmesiz yargı (nizasız kaza) biçiminde bir ayırıma uğrar.
Çekişmeli yargıda, taraflar arasında bir çekişme (ihtilaf), bir uyuşmazlık vardır ve bu çekişmenin giderilmesi, uyuşmazlığın bir sonuca bağlanması için mahke*meye başvurulur, yani dava açılır. Örneğin bir tarla üzerinde iki kimse aynı anda mülkiyet iddiasında bulunur veya karı koca arasında evlilik birliğini çekilmez ha*le getirecek derecede şiddetli bir geçimsizlik baş gösterirse, taraflardan biri mah*kemeye başvurarak (dava açarak) hakkının tanınmasına veya boşanmaya karar verilmesini talep eder. Mahkemeye başvuran tarafa davacı, diğer tarafa ise dava*lı denir. Dava, yetkili ve görevli mahkemeye davacının vereceği bir dilekçe (dava dilekçesi) ile açılır.Davalar, ifa davası, tespit davası ve inşai dava olmak üzere üç çeşittir.
Çekişmesiz yargıda ise, karşıt menfaatlere sahip iki taraf ve bunlar arasında bir çekişme, bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Çekişmesiz yargı, mahkemelerin idari faaliyeti andıran işlerini, bireysel menfaatleri korumak üzere alacağı idari ön*lemleri kapsar. Örneğin bir akıl hastasını kısıtlayarak kendisine bir vasi atama, bir küçüğün ergin kılınmasına karar verme, vakıfların mahkeme siciline tescili, evlat edinme de izin ve onay gibi işler, çekişmesiz yargıya giren işlerdir.
Devletler Özel Hukuku
DEVLETLER UMUMİ HUKUKU
Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyinin 10 üyesi nöbetleşe(sırasıyla) belirlenir. Dünynın değişik yerlerinden bölgesel ve sosyal araştırmalar yapmak suretiyle aday olan ülkeler BM kurulu tarafından oylanır.
Şu anda 15 üyeli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 5’i daimi üyenin hepsi destek vermesi gerekiyor. Güvenlik Konseyi kararlarını 9/15 oyuyla alır. Bu 9 üyenin 5’i mutlaka daimi üye olması gerekir.
ULUSLAR ARASI HUKUK İLE İÇ HUKUK ARASINDAKİ İLİŞKİ
Uluslar arası Hukuk ve İç hukuk diye bir olgu var. Yeni yeni AB hukuku diye bir kavram ortaya çıkıyor. Ancak AB hukuku bir hukuk ayrımı değildir. AB hukukunun kendine özgü bir yapısı var.
Er uluslar arası örgütün bir tüzüğü kuruluş antlaşması vardır. AB yapısı birçok uluslar arası örgütten farklıdır.
MONİST DÜŞÜNCE:
Birçok görüş ortaya atılmıştır. Uluslar arası hukukla , iç hukuk bir hukuk sisteminin birbirini tamamlayan parçadır.
Bu yaklaşım uygulanan hukuk sistemlerine ciddi bir biçimde etki etmiştir. Bu yaklaşımın en önemli savunucusu Hans Kelsen’dir.
Kelsen objektivist görüşü benimser. İç hukuk ve uluslar arası hukuk birbirini tamamlar. Bir bütünün parçalarıdır.
DÜALİST DÜŞÜNCE
İç hukuk ile Uluslar arası hukukun birbirinden tamamen farklı olduklarını ifade eden yaklaşımdır. Belli gerçekleri ön plana çıkarıyor.
Bu farklılıklar şunlardır:
a-İki hukuk düzeninin düzenledikleri ilişkileri farklıdır. İç hukuk kişilerle kişiler kişilerle tüzel kişiler ve tüzel kişilerle devlet arasındaki ilişkileri düzenler. Uluslar arası hukuk devletler arası ilişkileri ve uluslar arası örgütleri düzenler.
b- İki hukuk sisteminin kaynakları birbirinden farklıdır. İç hukuk örgütlü üstün kamu otoritesinin nezaretinde içhukuk normlar hiyeraşisi çerçevesinde kurucu nitelikteki anayasanın öngördüğü yasama organı tarafından yapılırken uluslar arası hukuk eşit,egemen,uluslar arası hukuk kişileri tarafından ortaya çıkarılır.
c-Zaman zaman iç hukuk ile uluslar arası çelişebilir,çatışabilir. Eğer böyle olsaydı monist yaklaşım doğru olsaydı çelişme olmamalıydı.
Dünyamızda bugün geçerli olan sistem prensip olarak hiçbir tanımı tam olarak içermiyor.
Bazı durumlarda verilen kararlarda içhukuk düzeninin uluslar arası hukuku bağlayamayacağı yönünde karar veriyordu. (Eğer monist sistem olsaydı böyle bir ayrışı olmaması gerekiyordu.
Bazı durumlarda ise bazı ülkeler uluslar arası huuku iç hukuk sisteminden daha üstün tutuyor. Demek ki hukuku bir bütün olarak görüyor. (Monist görüşü haklı çıkarıyor)
Pozitif hukukta düalist görüşten de ,monist görüşten de etkilenildiğini söyleyebiliriz.
Türk Hukukunda Uluslar arası hukukun yerini inceleyecek olursak:
Bu konuda anayasanın 90. maddesi bir atıfta bulunmaktadır
Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyinin 10 üyesi nöbetleşe(sırasıyla) belirlenir. Dünynın değişik yerlerinden bölgesel ve sosyal araştırmalar yapmak suretiyle aday olan ülkeler BM kurulu tarafından oylanır.
Şu anda 15 üyeli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 5’i daimi üyenin hepsi destek vermesi gerekiyor. Güvenlik Konseyi kararlarını 9/15 oyuyla alır. Bu 9 üyenin 5’i mutlaka daimi üye olması gerekir.
ULUSLAR ARASI HUKUK İLE İÇ HUKUK ARASINDAKİ İLİŞKİ
Uluslar arası Hukuk ve İç hukuk diye bir olgu var. Yeni yeni AB hukuku diye bir kavram ortaya çıkıyor. Ancak AB hukuku bir hukuk ayrımı değildir. AB hukukunun kendine özgü bir yapısı var.
Er uluslar arası örgütün bir tüzüğü kuruluş antlaşması vardır. AB yapısı birçok uluslar arası örgütten farklıdır.
MONİST DÜŞÜNCE:
Birçok görüş ortaya atılmıştır. Uluslar arası hukukla , iç hukuk bir hukuk sisteminin birbirini tamamlayan parçadır.
Bu yaklaşım uygulanan hukuk sistemlerine ciddi bir biçimde etki etmiştir. Bu yaklaşımın en önemli savunucusu Hans Kelsen’dir.
Kelsen objektivist görüşü benimser. İç hukuk ve uluslar arası hukuk birbirini tamamlar. Bir bütünün parçalarıdır.
DÜALİST DÜŞÜNCE
İç hukuk ile Uluslar arası hukukun birbirinden tamamen farklı olduklarını ifade eden yaklaşımdır. Belli gerçekleri ön plana çıkarıyor.
Bu farklılıklar şunlardır:
a-İki hukuk düzeninin düzenledikleri ilişkileri farklıdır. İç hukuk kişilerle kişiler kişilerle tüzel kişiler ve tüzel kişilerle devlet arasındaki ilişkileri düzenler. Uluslar arası hukuk devletler arası ilişkileri ve uluslar arası örgütleri düzenler.
b- İki hukuk sisteminin kaynakları birbirinden farklıdır. İç hukuk örgütlü üstün kamu otoritesinin nezaretinde içhukuk normlar hiyeraşisi çerçevesinde kurucu nitelikteki anayasanın öngördüğü yasama organı tarafından yapılırken uluslar arası hukuk eşit,egemen,uluslar arası hukuk kişileri tarafından ortaya çıkarılır.
c-Zaman zaman iç hukuk ile uluslar arası çelişebilir,çatışabilir. Eğer böyle olsaydı monist yaklaşım doğru olsaydı çelişme olmamalıydı.
Dünyamızda bugün geçerli olan sistem prensip olarak hiçbir tanımı tam olarak içermiyor.
Bazı durumlarda verilen kararlarda içhukuk düzeninin uluslar arası hukuku bağlayamayacağı yönünde karar veriyordu. (Eğer monist sistem olsaydı böyle bir ayrışı olmaması gerekiyordu.
Bazı durumlarda ise bazı ülkeler uluslar arası huuku iç hukuk sisteminden daha üstün tutuyor. Demek ki hukuku bir bütün olarak görüyor. (Monist görüşü haklı çıkarıyor)
Pozitif hukukta düalist görüşten de ,monist görüşten de etkilenildiğini söyleyebiliriz.
Türk Hukukunda Uluslar arası hukukun yerini inceleyecek olursak:
Bu konuda anayasanın 90. maddesi bir atıfta bulunmaktadır
Uluslar Arasi Hukukun Kaynakları
DEVLETLER UMUMİ HUKUKU :
Uluslar arası ilişkileri düzenleyen hukuka Devletler Umumi Hukuku adı verilir.
Zaman içerisinde uluslar arası hukukun içerisinde sadece devletlerin olmadığı daha başka aktörlerin de var olduğu anlaşılmaktadır.
Uluslar arası hukuk ; Uluslar arası hukuk kişilerinin ilişkilerini düzenleyen normları ifade etmektedir. Hukukta kişi kendisine hak ve yükümlülükler atfedilebilecek varlıklardır. O halde uluslar arası hukukta kişi ise uluslar arası hukuka göre hak ve yükümlülüklere konu olan varlıklardır.
Devletler hukukunun devletler özel hukukuyla hiçbir alakası yoktur. Devletler özel hukuku uluslar arası hukuk kişilerinin (farklı özel hukuk statüsüne sahip gerçek veya tüzel) ilişkilerini düzenleyen hukuk dalıdır.
Uluslar arası Hukukun iç hukukla ilişkisi: Uluslar arası hukukun kaynakları, düzenledikleri ilişkiler yöntemleri birbirinden farklıdır.
ULUSLAR ARASI HUKUKUN KAYNKLARI: İç hukuk örgütlü bir otoritenin denetiminde işleye hukuktur. Uluslar arası hukukta denetim fonksiyonu için üstün bir otoritenin varlığından söz edilemez.
İç hukukta mecburi yargı yolu vardır. Uluslar arası hukukta benzer bir yargı yolu yoktur.
AB hukuku subrasyonel (milletler üstü) bir hukuku ifade eder. Ama devletler hukuku internasyonel bir hukuku ifade eder.
AB hukuku birliği oluşturan devletlerin üzerinde ortaya çıkarmış organlarında bir ürünü olarak belirir. AB hukuku gerçek kişiler ve tüzel kişilerle ilgili ilişkileri düzenleyen hukuk da ifade eder.
Uluslar arası Hukuk devlet ve uluslararası örgütler arasında sonuç doğuran normlardan oluşur.
Hukuk toplumu oluşturan bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen normlardır. Uluslar arası toplum üyelerinin birbirleri ile olan ilişkileri düzenleyen normlardır. İsim farklılaşmansın uluslar arası toplumun niteliğinde yaşanan değişmelere bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bundan 100 yıl önce uluslar arası ilişki deyince sadece devletler ilişki olduğu için Devletler Umumi hukuku adını almıştır. Ancak günümüzde başka aktörler de vardır.
Uluslar arası toplum kavramı içinde devletlerin yanı sıra uluslar arası örgütler de vardır.
En anlamda uluslar arası toplum ilişkilerine etki eden hukuk sistemleri:
1- İç hukuk sistemleri: herhangi bir devletin dış dünyayla nasıl ilişki kuracağını o devletin iç hukuku belirler.
2- Milletler üstü Hukuk: ( En somut şekli AB hukukudur) Subrasyonel bir hukuk anlayışıdır. Söz konusu hukuk sisteminin örgütü oluşturan üyelerin üzerinde bir urumca da oluşturuyor olması ve uyguluyor olması milletler üstü hukuk şeklinde tanımlamamamızın temel sebebidir. İç hukuktan farklıklar içerir zira kuralların oluşması ve uygulanması açısından farklılıklar gösterir. İç hukukta yargı yürütme hukukunun uygulanmasını yürütürken, AB hukukunda kuralların uygulanmasını hiyeraşik özelliği olmayan AB adalet divanı ve diğer kurumlar birlikte yürütür.
3- Uluslar arası Hukuk: Uluslar arası hukukun ilişkilerini düzenleyen hukuk dalıdır.
Uluslar arası hukukla iç hukuk arasındaki farklar hem uygulanış hem de konuluş amacı olarak birbirinden farklıdır.
Uluslar arası Hukukun varlığı da tartışılmaktadır.
Uluslar arası toplum üyelerinin ilişkilerini yürütürken birtakım kurallara uymaları uluslar arası bir hukukun varolduğunu söyleyebiliriz. Uluslar arası hukukun müeyyidesinin hafif olması böyle bir hukukun olmadığı sonucuna bizi ulaştırmaz.
(Uluslar arası Hukuk – İç hukuk farkları)
1- Ortaya çıkışı farklıdır: Uluslar arası hukuku ortaya çıkaran yapı eşit-egemen üyelerdir. İç hukukta ise devlet otoritesinin hiyeraşik yapı içerisinde oluşturulmuş olan yasama organı iç hukuku oluşturur.
2- Uygulanışı farklıdır: Uluslar arası hukukta mecburi bir yargı organı söz konusu değildir. Ama iç hukukta böyle bir yapı vardır.
3- Yargı: İç hukukta olduğu gibi kesin bir yargı yapısı da yoktur.
SUBRASYONE HUKUK – ULUSLAR ARASI HUKUK:
Düzenledikleri ilişkiler farklıdır. AB hukuku üye devletlerle ilişkileri üye devletlerin birbiriyle olan ilişkilerini gerçek ve tüzel kişiler ile ilişkileri AB hukukundan kaynaklanan noktalarda devletlerle olan ilişkileri düzenleyen bir hukuktur.
Uluslar arası ilişkileri düzenleyen hukuka Devletler Umumi Hukuku adı verilir.
Zaman içerisinde uluslar arası hukukun içerisinde sadece devletlerin olmadığı daha başka aktörlerin de var olduğu anlaşılmaktadır.
Uluslar arası hukuk ; Uluslar arası hukuk kişilerinin ilişkilerini düzenleyen normları ifade etmektedir. Hukukta kişi kendisine hak ve yükümlülükler atfedilebilecek varlıklardır. O halde uluslar arası hukukta kişi ise uluslar arası hukuka göre hak ve yükümlülüklere konu olan varlıklardır.
Devletler hukukunun devletler özel hukukuyla hiçbir alakası yoktur. Devletler özel hukuku uluslar arası hukuk kişilerinin (farklı özel hukuk statüsüne sahip gerçek veya tüzel) ilişkilerini düzenleyen hukuk dalıdır.
Uluslar arası Hukukun iç hukukla ilişkisi: Uluslar arası hukukun kaynakları, düzenledikleri ilişkiler yöntemleri birbirinden farklıdır.
ULUSLAR ARASI HUKUKUN KAYNKLARI: İç hukuk örgütlü bir otoritenin denetiminde işleye hukuktur. Uluslar arası hukukta denetim fonksiyonu için üstün bir otoritenin varlığından söz edilemez.
İç hukukta mecburi yargı yolu vardır. Uluslar arası hukukta benzer bir yargı yolu yoktur.
AB hukuku subrasyonel (milletler üstü) bir hukuku ifade eder. Ama devletler hukuku internasyonel bir hukuku ifade eder.
AB hukuku birliği oluşturan devletlerin üzerinde ortaya çıkarmış organlarında bir ürünü olarak belirir. AB hukuku gerçek kişiler ve tüzel kişilerle ilgili ilişkileri düzenleyen hukuk da ifade eder.
Uluslar arası Hukuk devlet ve uluslararası örgütler arasında sonuç doğuran normlardan oluşur.
Hukuk toplumu oluşturan bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen normlardır. Uluslar arası toplum üyelerinin birbirleri ile olan ilişkileri düzenleyen normlardır. İsim farklılaşmansın uluslar arası toplumun niteliğinde yaşanan değişmelere bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bundan 100 yıl önce uluslar arası ilişki deyince sadece devletler ilişki olduğu için Devletler Umumi hukuku adını almıştır. Ancak günümüzde başka aktörler de vardır.
Uluslar arası toplum kavramı içinde devletlerin yanı sıra uluslar arası örgütler de vardır.
En anlamda uluslar arası toplum ilişkilerine etki eden hukuk sistemleri:
1- İç hukuk sistemleri: herhangi bir devletin dış dünyayla nasıl ilişki kuracağını o devletin iç hukuku belirler.
2- Milletler üstü Hukuk: ( En somut şekli AB hukukudur) Subrasyonel bir hukuk anlayışıdır. Söz konusu hukuk sisteminin örgütü oluşturan üyelerin üzerinde bir urumca da oluşturuyor olması ve uyguluyor olması milletler üstü hukuk şeklinde tanımlamamamızın temel sebebidir. İç hukuktan farklıklar içerir zira kuralların oluşması ve uygulanması açısından farklılıklar gösterir. İç hukukta yargı yürütme hukukunun uygulanmasını yürütürken, AB hukukunda kuralların uygulanmasını hiyeraşik özelliği olmayan AB adalet divanı ve diğer kurumlar birlikte yürütür.
3- Uluslar arası Hukuk: Uluslar arası hukukun ilişkilerini düzenleyen hukuk dalıdır.
Uluslar arası hukukla iç hukuk arasındaki farklar hem uygulanış hem de konuluş amacı olarak birbirinden farklıdır.
Uluslar arası Hukukun varlığı da tartışılmaktadır.
Uluslar arası toplum üyelerinin ilişkilerini yürütürken birtakım kurallara uymaları uluslar arası bir hukukun varolduğunu söyleyebiliriz. Uluslar arası hukukun müeyyidesinin hafif olması böyle bir hukukun olmadığı sonucuna bizi ulaştırmaz.
(Uluslar arası Hukuk – İç hukuk farkları)
1- Ortaya çıkışı farklıdır: Uluslar arası hukuku ortaya çıkaran yapı eşit-egemen üyelerdir. İç hukukta ise devlet otoritesinin hiyeraşik yapı içerisinde oluşturulmuş olan yasama organı iç hukuku oluşturur.
2- Uygulanışı farklıdır: Uluslar arası hukukta mecburi bir yargı organı söz konusu değildir. Ama iç hukukta böyle bir yapı vardır.
3- Yargı: İç hukukta olduğu gibi kesin bir yargı yapısı da yoktur.
SUBRASYONE HUKUK – ULUSLAR ARASI HUKUK:
Düzenledikleri ilişkiler farklıdır. AB hukuku üye devletlerle ilişkileri üye devletlerin birbiriyle olan ilişkilerini gerçek ve tüzel kişiler ile ilişkileri AB hukukundan kaynaklanan noktalarda devletlerle olan ilişkileri düzenleyen bir hukuktur.
Tapu Siciline Güven İlkesi
Menkul mallar üzerindeki aleniyeti zilyetlik sağlarken, gayri menkuller üzerindeki ayni haklarda bu işlevi tapu sicili görür.
Tapu Siciline Hakim Olan İlkeler:
1-Aleniyet: Tapu sicilinde kayıtlı olan ayni hakkın bilinmediği iddiası hukuk tarafından dikkate alınmaz.
2-Tescil: Gayri menkuller üzerindeki ayni haklar tapu siciline yapılacak tescil işlemi ile kurulur, değiştirilir, sınırlandırılır yada ortadan kaldırılır.
3-Ayrı Aleniyet İlkesi: Tapu siciline kaydedilen her gayri menkul içinayrı bir sayfa açılır.
4-İlliyet İlişkisi: Tescil işleminin geçerliliği kendisine sebep teşkil edenhukuki işlemin geçerliliğine bağlıdır.
5-Tapu Siciline Güven İlkesi: Tapu sicili kayıtlarına güvenerek hak iktisap etmiş olan kimseler iyi niyetli kabul edilerek bu iktisaplarında korunmuşlardır.
Mk md. 1023: Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan 3. kişinin bu kazanımı korunur.
Şartları:
1_ Yolsuz bir tescile dayanmalıdır. Mesela C, B'nin temsilcisi gibi görünen bir şahıstan taşınmazı satın alıyor ya da D, sahte bir veraset ilamı ile babası B'nin malını C'ye satıyor. Bu durumlarda tapudaki tescil geçersiz bir sebebe dayandığı için yolsuzdur. C'nin bu durumda iyi niyeti korumaz. Onun güveni tapu kütüğüne değildir.. onun güveni sahte verasetnameyedir. C malik olmamasına rağmen ona tapu kütüğünün düzeltilmesi davası açılmazsa onun bu yolsuz tesciline iyiniyetle güvenerek taşınmazı satın alan D'nin iyi niyeti korunacaktır.
2_Ayni bir hak iktisap edilmiş olmalıdır. Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak bir şahsi hak kazanılamaz.
3_ 3. kişinin iyi niyetli olması gerekir. Bu iyiniyet Mk md. 2 kapsamında belli bir durumu bilmeme ve bilmesinin de beklenmemesidir. Bunu hakim re'sen dikkate alır, inceler. Yargıtay, hayatın olağan akışına göre yüzdeyüz iyi niyetli olması gerekir, diyor. Eğer hayatın olağan akışına göre şüphelenmesi gereken bir durum varsa biz bu kişiyi iyiniyetli kabul edemeyiz.
Tapu kütüğünün düzeltilmesi davası:
Ya tescil daha başlangıçta yolsuzdur ya da sonradan yolsuz hale gelmiştir. Bir tescil her ne şekilde yolsuz olmuş olursa olsun bunu ya bir akitle ya da bir davayla düzeltmemiz gerekir.
Yolsuz tescil beni rahatsız eder. Neden??
Çünkü Mk md.1023'e göre 3. kişiler iyiniyetle hak iktisap edebilirler. Yine Mk md.712'ye göre 3. kişiler olağan kazandırıcı zamanaşımı ile iyiniyetle hak iktisap edebilirler. Yine Mk md.713'e göre olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı ile 3. kişiler hak iktisap edebilirler.
Eğer dava yoluyla tescilin düzeltilmesi yoluna gidilecekse Tapu Kaydının Tashihi davası açılır. Bu dava Mk md. 1025'de düzenlenmiştir.
Mk md. 1025: Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş veya bir tescil yolsuz olarak terkin edilmiş ya da değiştirilmiş ise, bu yüzden ayni hakkı zedelenen kimse tapu sicilinin düzeltilmesini dava edebilir.
İyiniyetli üçüncü kişilerin bu tescile dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemi saklıdır.
Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu:
Mk md. 1007: Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasından kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.
Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Zarar başka bir şekilde giderilemiyorsa devlet tapu siclinin tutulması bir hak kaybına neden olmuşsa bundan sorumludur.
Tapu Siciline Hakim Olan İlkeler:
1-Aleniyet: Tapu sicilinde kayıtlı olan ayni hakkın bilinmediği iddiası hukuk tarafından dikkate alınmaz.
2-Tescil: Gayri menkuller üzerindeki ayni haklar tapu siciline yapılacak tescil işlemi ile kurulur, değiştirilir, sınırlandırılır yada ortadan kaldırılır.
3-Ayrı Aleniyet İlkesi: Tapu siciline kaydedilen her gayri menkul içinayrı bir sayfa açılır.
4-İlliyet İlişkisi: Tescil işleminin geçerliliği kendisine sebep teşkil edenhukuki işlemin geçerliliğine bağlıdır.
5-Tapu Siciline Güven İlkesi: Tapu sicili kayıtlarına güvenerek hak iktisap etmiş olan kimseler iyi niyetli kabul edilerek bu iktisaplarında korunmuşlardır.
Mk md. 1023: Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan 3. kişinin bu kazanımı korunur.
Şartları:
1_ Yolsuz bir tescile dayanmalıdır. Mesela C, B'nin temsilcisi gibi görünen bir şahıstan taşınmazı satın alıyor ya da D, sahte bir veraset ilamı ile babası B'nin malını C'ye satıyor. Bu durumlarda tapudaki tescil geçersiz bir sebebe dayandığı için yolsuzdur. C'nin bu durumda iyi niyeti korumaz. Onun güveni tapu kütüğüne değildir.. onun güveni sahte verasetnameyedir. C malik olmamasına rağmen ona tapu kütüğünün düzeltilmesi davası açılmazsa onun bu yolsuz tesciline iyiniyetle güvenerek taşınmazı satın alan D'nin iyi niyeti korunacaktır.
2_Ayni bir hak iktisap edilmiş olmalıdır. Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak bir şahsi hak kazanılamaz.
3_ 3. kişinin iyi niyetli olması gerekir. Bu iyiniyet Mk md. 2 kapsamında belli bir durumu bilmeme ve bilmesinin de beklenmemesidir. Bunu hakim re'sen dikkate alır, inceler. Yargıtay, hayatın olağan akışına göre yüzdeyüz iyi niyetli olması gerekir, diyor. Eğer hayatın olağan akışına göre şüphelenmesi gereken bir durum varsa biz bu kişiyi iyiniyetli kabul edemeyiz.
Tapu kütüğünün düzeltilmesi davası:
Ya tescil daha başlangıçta yolsuzdur ya da sonradan yolsuz hale gelmiştir. Bir tescil her ne şekilde yolsuz olmuş olursa olsun bunu ya bir akitle ya da bir davayla düzeltmemiz gerekir.
Yolsuz tescil beni rahatsız eder. Neden??
Çünkü Mk md.1023'e göre 3. kişiler iyiniyetle hak iktisap edebilirler. Yine Mk md.712'ye göre 3. kişiler olağan kazandırıcı zamanaşımı ile iyiniyetle hak iktisap edebilirler. Yine Mk md.713'e göre olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı ile 3. kişiler hak iktisap edebilirler.
Eğer dava yoluyla tescilin düzeltilmesi yoluna gidilecekse Tapu Kaydının Tashihi davası açılır. Bu dava Mk md. 1025'de düzenlenmiştir.
Mk md. 1025: Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş veya bir tescil yolsuz olarak terkin edilmiş ya da değiştirilmiş ise, bu yüzden ayni hakkı zedelenen kimse tapu sicilinin düzeltilmesini dava edebilir.
İyiniyetli üçüncü kişilerin bu tescile dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemi saklıdır.
Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu:
Mk md. 1007: Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasından kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.
Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Zarar başka bir şekilde giderilemiyorsa devlet tapu siclinin tutulması bir hak kaybına neden olmuşsa bundan sorumludur.
Tapuda İsim Tashihi Davaları
TAPUDA İSİM TASHİHİ DAVALARI
DAVACI:Taşınmaz Maliki yada Mirasçıları(Zorunlu dava arkadaşlığı),Müşterek Mülkiyette ise sadece tashihini istediği paydaş,-ölü ise-tüm mirasçıları,diğer paydaşların birlikte dava açma zorunluluğu yoktur. Paydaşlardan birisi de hukuki yararı olduğu için diğer paydaşın isminin düzeltilmesini isteyebilir.
DAVALI: Tapu Sicil Müdürlüğü ( Hazine vekili var ise Tapu Sicil Müdürlüğüne izafeten Hazine vekiline tebligat yapılır.)Uygulamada dava dilekçesinde; bazen taşınmazın diğer mirasçıları da davalı olarak gösterilmektedir.Bu uygulama kesinlikle usulsüzdür.Aşağıda anlatılacağı üzere iştirak halinde mülkiyet sözkonusu ise birlikte Davacı sıfatı ile dava açılmalıdır.
GÖREV:Taşınmazın değerine göre Asliye yada Sulh Hukuk Mahkemeleri,eğer taşınmaz Kadastro mahkemesinde davalı ise Kadastro Mahkemesi,
YETKİ :Taşınmazın yada taşınmazlardan herhangi birisinin bulunduğu yer mahkemeleri.
HARÇ:Maktu Harç alınır. Dava, mülkiyete ilişkin olmadığı için nisbi harç alınmaz.Tapu sicil müdürlüğü harçtan muaf olduğu için ,davanın kabulüne karar verildiği takdirde talep halinde davacıya yatırdığı harç iade edilmelidir. H.G.K.
VEKALET ÜCRETİ:Eğer Davalı adına Hazine vekili duruşmalara katıldığı ve "Red Kararı" verildiği takdirde Maktu Vekalet Ücreti takdir edilir. Davacı vekili lehine ise vekalet ücreti takdir edilemez.
YARGILAMA GİDERİavanın kabulüne karar verilse dahi Tapu Sicil Müdürlüğü aleyhine yargılama gideri hükmedilemez.
ÖRNEK:Tapu Kaydı Maliki; Ömer oğlu Hasan Kılınç
Değiştirilmesi istenilen ad; Ömer oğlu Hasan Hüseyin Kılınç(Nüfusta ki adı)
GÖZÖNÜNDE BULUNDURULMASI GEREKLİ HUSUSLAR:
1- Dava konusu olan tüm taşınmazlara ait tapu kayıtları , tespit tutanakları ,senetsizden tescil edilmemiş ve dayanak kayıtları varise tüm dayanak tapu kayıtları,eğer "Hükmen Tescil"ile tesciline karar verilmiş ise buna ilişkin mahkeme kararı,tahsis var ise"Tahsis Kararı",satış yada bağış v.b.işlemlerde ise"Akit Tablosu" celbedilir.
2-Tespit tutanaklarında adı bulunan "Tespit Bilirkişileri" yada diğer tutanaklarda (Akit Tablosu gibi)tanık yada imza sahibi kişiler hayatta ise en az ikisi mutlaka tanık sıfatıyla dinlenir,eğer ölü iseler nüfus müdürlüğünden ayrı ayrı ölü olduklarına ilişkin nüfus kayıtları istenir.Eğer hepsi de ölü ise oldukça yaşlı ve tarafsız,davacıyı ve murisini tanıyan enaz iki tanık dinlenir.
3-Tapu kaydında adı yazılı olan kişinin (Ömer oğlu Hasan Kılınç)köyde yaşayıp yaşamadığı,yada bu isim ve soy isimde birisinin var olup-olmadığı nüfus müdürlüğünden sorulur.
4- Değiştirilmesi istenilen kişinin (Ömer oğlu Hasan Hüseyin Kılınç)'ın nüfus kaydı ve ayrıca aynı köy yada belde de aynı ad ve soyad da birisi olup-olmadığı, var ise bunlara ait nüfus kayıtları istenir.
5-Gerekli görülür ise zabıta araştırması da yapılabilir.
6-Uygulamada keşif yapılmamaktadır,ancak eğer davacının talebi ve özellikle tashihini istediği ad ,soyad ve baba adının düzeltilmesi istenmiş ise ve mahkemede bu konuda tereddüt oluşmuşsa taşınmaz üzerinde ayrı ayrı keşif yapılıp,mümkünse tespit bilirkişilerin de keşif mahallinde dinlenmesi istenebilir.
*Uygulamada iştirak halinde mülkiyetin sözkonusu olduğu(taşınmazın ölü olan kayıt maliki adına kayıtlı olması halinde)davayı açan mirasçı, diğer mirasçıları duruşmada hazır edemediği yada noter kanalı ile muvafakatlarını alamadığı görülmektedir. Bu durumda davacıya terekeye mümessil tayin edilmesi için mehil verilmelidir.
* Tapuda ki Cins Düzeltilmesine ilişkin talep (örneğin tarla yazılı kaydın bahçe olarak düzeltilmesi talebi) Tapu sicil nizamnamesine göre tapu idaresine ait idari bir görev olduğu için Tapu Sicil Müdürlüğüne başvurulmalıdır.
*Sağ olan paydaşın kaydının tashihini diğer paydaş isteyemez.
*İskan kanununa göre yada Toprak tevzii Komisyonunca yapılan Toprak dağıtımı sonucu verilen taşınmazlara ait tapu kayıtlarındaki isim yanlışlıklarının düzeltilmesi idari merciye ait olduğu için bu yanlışlıklar idari yoldan düzeltilmeden tapu kaydının tashihine karar verilmesi mümkün değildir.
* Maddi hatanın düzeltilmesi Tapu sicil Müdürlüğü tarafından yapılmalıdır.
Sevgili Genç hukukçular ,biliyorsunuz ki Tapuda isim tashihi davalarında, esas itibariyle dava niteliği itibariyle karışık ve teknik bir dava olmamakla birlikte likle taşınmaz maliki olan malik yada mirasçıları, taşınmazın özellikle taşrada satış,taksim, ipotek tesisi ve bağış gibi konularda tapudan intikal yaptırılacağı sırada yanlışlığın farkına varılmakta ve davacı intikal işlemlerinde engel çıkması ve devir işlemlerini yapamaması üzerine “Rica-minnet” ve ısrarla yetkili hakimden “alel-acele” bir iki gün içerisinde yanlışlığın düzeltilmesi talep edilmektedir. Eğer “vatandaşın işi görülsün” ve “benim de iş yüzdem artsın” diyor iseniz ben bu davalarda dilekçe önüme geldiğinde hemen kaleme evrakı havale etmiyorum. Ne yapıyorsun diyor iseniz;
Davacının eline öncelikle aşağıda yazılı olan notu veriyor ve bu belgeleri tamamlayıp bana tekrar getirmesini istiyorum. Davacı belgeleri tamamladığında;
1-Nüfustan alınacak bütün belgeler özellikle tespit bilirkişilerin sağ olup-olmadıkları ,kayıt malikinin nüfus kaydı,
2-Kayıt maliki dışında aynı ad-soyadında ikinci bir kimsenin olup-olmadığı ve
tapu kayıtlarında yazılı olan ad ve soyadında birisinin olup olmadığı
3- Veraset ilamına göre dahili davacılar belirlenmiş oluyor.
Bu durumda eğer taraf teşkili sorunu yok ise davacıya sadece tespit bilirkişileri sağ ise onlardan ikisini , ölü iseler tarafsız ve mümkünse yaşlı iki kişiyi duruşma günü hazır etmek kalıyor ki bu durumda dava uzamadan ve sürüncemede kalmadan ilk duruşmada karar verilmesi imkanı doğmuş oluyor.
TAPUDA İSİM DÜZELTME DAVALARI
1-Dava konusu olan taşınmazların TAPU KAYITLARI ve TESPİT TUTANAKLARI Tapu Sicil Müdürlüğünden ayrı ayrı istenecek
2-Kayıt malikinin nüfus kaydı ile Tespit tutanağında adı olan ve hayatta bulunan en az iki TESPİT BİLİRKİŞİSİ' nin tanık sıfatıyla dinlenilmesi için duruşma günü hazır edilmesi sağlanacak,ölü iseler ayrı ayrı nüfus kayıtları celp edilecek (Nüfus Müdürlüğünden istenecek)
3-Eğer dava konusu olan taşınmazlar ölü olan muris adına kayıtlı ise murisin VERASET İLAMI istenecek (Sulh Hukuk Mahkemesine dava açılacak)Mirasçılar davaya dahil edilecek yada tüm mirasçılar birlikte dava açacak.Yeni medeni yasaya göre mirasçılandan birisi yalnız başına dava açabilmektedir.
HÜKÜM ÖRNEĞİ:
H Ü K Ü M : Davanın KABULÜ ile Ankara ili Haymana ilçesi ..........köyünde kain bulunan ..... parsel nolu taşınmazlara ait tapu kayıtlarının malik hanesinde bulunan .......oğlu .............adının iptali ile ...... oğlu .............olarak düzeltilerek tapuya tesciline,
Talep halinde peşin alınan harcın davacıya iadesine,
Davanın mahiyeti icabı yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
Dair mahkememizce verilen karar davacılar ile davalı Hazine Vekilinin yüzüne karşı kanun yolu açık olmak üzere açıkça okunup usulen anlatıldı.
DAVACI:Taşınmaz Maliki yada Mirasçıları(Zorunlu dava arkadaşlığı),Müşterek Mülkiyette ise sadece tashihini istediği paydaş,-ölü ise-tüm mirasçıları,diğer paydaşların birlikte dava açma zorunluluğu yoktur. Paydaşlardan birisi de hukuki yararı olduğu için diğer paydaşın isminin düzeltilmesini isteyebilir.
DAVALI: Tapu Sicil Müdürlüğü ( Hazine vekili var ise Tapu Sicil Müdürlüğüne izafeten Hazine vekiline tebligat yapılır.)Uygulamada dava dilekçesinde; bazen taşınmazın diğer mirasçıları da davalı olarak gösterilmektedir.Bu uygulama kesinlikle usulsüzdür.Aşağıda anlatılacağı üzere iştirak halinde mülkiyet sözkonusu ise birlikte Davacı sıfatı ile dava açılmalıdır.
GÖREV:Taşınmazın değerine göre Asliye yada Sulh Hukuk Mahkemeleri,eğer taşınmaz Kadastro mahkemesinde davalı ise Kadastro Mahkemesi,
YETKİ :Taşınmazın yada taşınmazlardan herhangi birisinin bulunduğu yer mahkemeleri.
HARÇ:Maktu Harç alınır. Dava, mülkiyete ilişkin olmadığı için nisbi harç alınmaz.Tapu sicil müdürlüğü harçtan muaf olduğu için ,davanın kabulüne karar verildiği takdirde talep halinde davacıya yatırdığı harç iade edilmelidir. H.G.K.
VEKALET ÜCRETİ:Eğer Davalı adına Hazine vekili duruşmalara katıldığı ve "Red Kararı" verildiği takdirde Maktu Vekalet Ücreti takdir edilir. Davacı vekili lehine ise vekalet ücreti takdir edilemez.
YARGILAMA GİDERİavanın kabulüne karar verilse dahi Tapu Sicil Müdürlüğü aleyhine yargılama gideri hükmedilemez.
ÖRNEK:Tapu Kaydı Maliki; Ömer oğlu Hasan Kılınç
Değiştirilmesi istenilen ad; Ömer oğlu Hasan Hüseyin Kılınç(Nüfusta ki adı)
GÖZÖNÜNDE BULUNDURULMASI GEREKLİ HUSUSLAR:
1- Dava konusu olan tüm taşınmazlara ait tapu kayıtları , tespit tutanakları ,senetsizden tescil edilmemiş ve dayanak kayıtları varise tüm dayanak tapu kayıtları,eğer "Hükmen Tescil"ile tesciline karar verilmiş ise buna ilişkin mahkeme kararı,tahsis var ise"Tahsis Kararı",satış yada bağış v.b.işlemlerde ise"Akit Tablosu" celbedilir.
2-Tespit tutanaklarında adı bulunan "Tespit Bilirkişileri" yada diğer tutanaklarda (Akit Tablosu gibi)tanık yada imza sahibi kişiler hayatta ise en az ikisi mutlaka tanık sıfatıyla dinlenir,eğer ölü iseler nüfus müdürlüğünden ayrı ayrı ölü olduklarına ilişkin nüfus kayıtları istenir.Eğer hepsi de ölü ise oldukça yaşlı ve tarafsız,davacıyı ve murisini tanıyan enaz iki tanık dinlenir.
3-Tapu kaydında adı yazılı olan kişinin (Ömer oğlu Hasan Kılınç)köyde yaşayıp yaşamadığı,yada bu isim ve soy isimde birisinin var olup-olmadığı nüfus müdürlüğünden sorulur.
4- Değiştirilmesi istenilen kişinin (Ömer oğlu Hasan Hüseyin Kılınç)'ın nüfus kaydı ve ayrıca aynı köy yada belde de aynı ad ve soyad da birisi olup-olmadığı, var ise bunlara ait nüfus kayıtları istenir.
5-Gerekli görülür ise zabıta araştırması da yapılabilir.
6-Uygulamada keşif yapılmamaktadır,ancak eğer davacının talebi ve özellikle tashihini istediği ad ,soyad ve baba adının düzeltilmesi istenmiş ise ve mahkemede bu konuda tereddüt oluşmuşsa taşınmaz üzerinde ayrı ayrı keşif yapılıp,mümkünse tespit bilirkişilerin de keşif mahallinde dinlenmesi istenebilir.
*Uygulamada iştirak halinde mülkiyetin sözkonusu olduğu(taşınmazın ölü olan kayıt maliki adına kayıtlı olması halinde)davayı açan mirasçı, diğer mirasçıları duruşmada hazır edemediği yada noter kanalı ile muvafakatlarını alamadığı görülmektedir. Bu durumda davacıya terekeye mümessil tayin edilmesi için mehil verilmelidir.
* Tapuda ki Cins Düzeltilmesine ilişkin talep (örneğin tarla yazılı kaydın bahçe olarak düzeltilmesi talebi) Tapu sicil nizamnamesine göre tapu idaresine ait idari bir görev olduğu için Tapu Sicil Müdürlüğüne başvurulmalıdır.
*Sağ olan paydaşın kaydının tashihini diğer paydaş isteyemez.
*İskan kanununa göre yada Toprak tevzii Komisyonunca yapılan Toprak dağıtımı sonucu verilen taşınmazlara ait tapu kayıtlarındaki isim yanlışlıklarının düzeltilmesi idari merciye ait olduğu için bu yanlışlıklar idari yoldan düzeltilmeden tapu kaydının tashihine karar verilmesi mümkün değildir.
* Maddi hatanın düzeltilmesi Tapu sicil Müdürlüğü tarafından yapılmalıdır.
Sevgili Genç hukukçular ,biliyorsunuz ki Tapuda isim tashihi davalarında, esas itibariyle dava niteliği itibariyle karışık ve teknik bir dava olmamakla birlikte likle taşınmaz maliki olan malik yada mirasçıları, taşınmazın özellikle taşrada satış,taksim, ipotek tesisi ve bağış gibi konularda tapudan intikal yaptırılacağı sırada yanlışlığın farkına varılmakta ve davacı intikal işlemlerinde engel çıkması ve devir işlemlerini yapamaması üzerine “Rica-minnet” ve ısrarla yetkili hakimden “alel-acele” bir iki gün içerisinde yanlışlığın düzeltilmesi talep edilmektedir. Eğer “vatandaşın işi görülsün” ve “benim de iş yüzdem artsın” diyor iseniz ben bu davalarda dilekçe önüme geldiğinde hemen kaleme evrakı havale etmiyorum. Ne yapıyorsun diyor iseniz;
Davacının eline öncelikle aşağıda yazılı olan notu veriyor ve bu belgeleri tamamlayıp bana tekrar getirmesini istiyorum. Davacı belgeleri tamamladığında;
1-Nüfustan alınacak bütün belgeler özellikle tespit bilirkişilerin sağ olup-olmadıkları ,kayıt malikinin nüfus kaydı,
2-Kayıt maliki dışında aynı ad-soyadında ikinci bir kimsenin olup-olmadığı ve
tapu kayıtlarında yazılı olan ad ve soyadında birisinin olup olmadığı
3- Veraset ilamına göre dahili davacılar belirlenmiş oluyor.
Bu durumda eğer taraf teşkili sorunu yok ise davacıya sadece tespit bilirkişileri sağ ise onlardan ikisini , ölü iseler tarafsız ve mümkünse yaşlı iki kişiyi duruşma günü hazır etmek kalıyor ki bu durumda dava uzamadan ve sürüncemede kalmadan ilk duruşmada karar verilmesi imkanı doğmuş oluyor.
TAPUDA İSİM DÜZELTME DAVALARI
1-Dava konusu olan taşınmazların TAPU KAYITLARI ve TESPİT TUTANAKLARI Tapu Sicil Müdürlüğünden ayrı ayrı istenecek
2-Kayıt malikinin nüfus kaydı ile Tespit tutanağında adı olan ve hayatta bulunan en az iki TESPİT BİLİRKİŞİSİ' nin tanık sıfatıyla dinlenilmesi için duruşma günü hazır edilmesi sağlanacak,ölü iseler ayrı ayrı nüfus kayıtları celp edilecek (Nüfus Müdürlüğünden istenecek)
3-Eğer dava konusu olan taşınmazlar ölü olan muris adına kayıtlı ise murisin VERASET İLAMI istenecek (Sulh Hukuk Mahkemesine dava açılacak)Mirasçılar davaya dahil edilecek yada tüm mirasçılar birlikte dava açacak.Yeni medeni yasaya göre mirasçılandan birisi yalnız başına dava açabilmektedir.
HÜKÜM ÖRNEĞİ:
H Ü K Ü M : Davanın KABULÜ ile Ankara ili Haymana ilçesi ..........köyünde kain bulunan ..... parsel nolu taşınmazlara ait tapu kayıtlarının malik hanesinde bulunan .......oğlu .............adının iptali ile ...... oğlu .............olarak düzeltilerek tapuya tesciline,
Talep halinde peşin alınan harcın davacıya iadesine,
Davanın mahiyeti icabı yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
Dair mahkememizce verilen karar davacılar ile davalı Hazine Vekilinin yüzüne karşı kanun yolu açık olmak üzere açıkça okunup usulen anlatıldı.
Mülkiyet Hakkı
Mülkiyet Bir menkul veya gayrimenkul mal üzerinde tasarruf etme, kullanma ve faydalanma hakkı. Malik olmaklık, sahip olma hakkı.
Mülkiyet hakkı, insanların en tabii haklarından biridir. Tarihteki pekçok millet ve devlet, bu hak üstüne çeşitli uygulamalar içinde olmuşlardır. Bu hak, birçok felsefe ile siyasi rejimlerin de belli başlı konularından olmuştur. Kapitalist sistemler fertlere mülkiyet hakkı tanımakla beraber, mülk edinilen şeyin kazanılmasında kafi ölçü ve müeyyidelerden mahrumdur. Bu bakımdan bu hak, kapital bakımından güçlü olanlar tarafından alabildiğine kullanılmakla beraber, fakir olanların bu hakkı kullanabilecekleri az şeyleri vardır. Komünizm ise, fertlere özel mülkiyet hakkı tanımaz. Her şeyin devletin olduğunu belirtir. Ancak mevcut varlığın kullanılmasında yalnız komünist partisi mensupları söz sahibidir. Uygulamada halkın bu konudaki mahrumiyeti, kapitalist idarelerden çok fenadır. Liberal ülkelerde, mülkiyet hakkı sosyal adalet esaslarına daha yakın hükümlerle temin edilmeye çalışılmıştır. İslamiyet; mülk ve mülkiyet hakkında açık ve kesin hükümler koymuştur. Buna göre “mülk”, hakikatte yalnız Allahü tealanındır. Fertler, cemiyetler ve sosyal müesseseler, bu mülkü Allah rızasına uygun kullanmakla mükellef olan birer emanetçi gibidirler. İslamiyetin hükümleri, Allah'ın rızasını gösterir. Fertler, cemiyetler ve sosyal müesseseler, mülklerini bu hükümlere uygun şekilde edinmeye mecbur ve mülkiyet haklarını da bu hükümlere ters düşmemek şartıyla diledikleri gibi kullanmakta serbesttirler. Tarihteki İslam devletlerinde, tatbik edilen bu mülkiyet hakkı esasları, Müslüman ve gayrimüslim tebeanın rahat ve huzur içinde, mülk ve haklarından mutlak bir emniyet duyarak yaşamalarını sağlamıştır.
Hukuki bakımdan mülkiyet, kanun veya diğer düzenleyici hukuk kaideleriyle sınırlanmış olarak, bir mal üstünde en geniş tasarruf imkanı sağlayan aynı haktır. Bir malın mülkiyetine sahip olan, onu dilediği gibi kullanabilir. Malik olan, malını satabilir, bağışlayabilir, dilediği sürece dilediği gibi kullanabilir, maldan veya gelirinden istediği şekilde faydalanabilir. 1982 Anayasası'nın 35'inci maddesinde; herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların ancak, kamu yararı gayesiyle kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hususları hükme bağlanmıştır. Böylece mülkiyet hakkı, Anayasa'da teminat altına alınmıştır.
Mülkiyetin konusu, menkul yani taşınır ve gayrimenkul yani taşınmaz maddi mallardır. Alacak hakları ve fikri haklar üzerinde mülkiyet söz konusu değildir.
Gayrimenkul mülkiyeti; gayrimenkuller üstündeki mülkiyet hakkıdır. Arazi, tapu siciline müstakil ve daimi olmak üzere kaydedilen haklar, bazı sınırlayıcı hükümlerle madenler, müstakil bir bina veya bir binanın kat, daire, iş ofisi, dükkan, mağaza, depo gibi müstakil bölümleri üzerinde mülkiyet hakkı kurulabilir.
Menkul mülkiyeti; menkul mallar üstündeki mülkiyet hakkıdır. Bir yerden bir yere nakledilebilen eşya (mobilya, elbise, buzdolabı... gibi) otomobil, şehir şebekesiyle evlere verilebilen elektrik enerjisi vb. menkul mülkiyetine konu olabilir. Mülkiyet hakkı, o şeyle alakalı parçalar, yani mütemmim (tamamlayıcı) cüzlerini, tabii ürünlerini ve teferruatını da ihtiva eder. Mahalli örf ve adetlere göre, bir şeyin asli unsurunu teşkil eden ve o şey tahrip, tağyir veya telef olmadıkça ondan ayrılması mümkün olmayan cüzler, o şeyin tamamlayıcı cüzüdür. Mesela, bir tarlanın ürünü, bir hayvanın sütü, bir evin kapı ve penceresi gibi.
Mülkiyetin sağladığı yetkiler: Kullanma yetkisi; malik, kanun sınırları içinde kalmak şartıyla mülkiyetinde olan şeyi dilediği şekilde kullanabilir. Mesela, bir binaya sahip olan kimse, bu binada kendisi veya akrabalarıyla birlikte oturabilir, kiraya verebilir, boş bırakabilir.
Tasarruf yetkisi; malike, mülkiyete konu olan şeyin geleceğini tayin etme hakkını verir. Mesela, malik, malını bağışlayabilir, satabilir, trampa veya vasiyet edebilir.
Faydalanma yetkisi; malik, mülkiyete konu olan şeyden dilediği gibi faydalanabilir. Mesela, malik, tarlasına istediği mahsulü ekebilir, parasını borç verebilir, harcayabilir veya bir şirketin hisse senedini satın alarak ortak olabilir.
Mülkiyetin sahibine yüklediği sorumluluk ve kısıtlamalar: İyi niyette kaidelerine uygun kullanma; malik, mülkiyet hakkını iyi niyet kaidelerine uygun olarak kullanmaya mecburdur. Mülkiyet hakkının başkasına zarar vermek maksadıyla kullanılmasını, kanun himaye etmez. Mesela kanun, mülk sahibinin, komşularının deniz manzarasını kapatacak şekilde, bahçe duvarlarını 8-10 m yükseklikte inşa etmesini, mahalle arasında bir marangoz atölyesinin, aşırı gürültü çıkartarak mahalle sakinlerini rahatsız etmesini korumaz. Çünkü bu fiiller mülkiyet hakkının kötüye kullanılması sayılmaktadır.
Kanun dairesinde kullanma; malik, mülkiyet hakkını kanunlara uygun olarak kullanmakla mükelleftir. Mesela, mülkiyete konu olan şeyi kullanırken, kamu yararı için düzenlenmiş imar, istimlak ve belediye mevzuatına; yeraltı madenlerini işletmek için maden ve petrol mevzuatına, iktisab ettiği kazançları kullanırken vergi kanunlarına uymak zorundadır.
Mülkiyetin iktisabı iki şekilde olur:
Aslen iktisab: Sahipsiz veya sahibi belli olmayan bir malın iktisabıdır. Gayrimenkullerin aslen iktisabı; sahipsiz araziyi işgal, sahipsiz yerlerde yeni arazi teşekkülü, müruruzaman (zaman aşımı) ile iktisab, lükata (sokakta bulunup alınan mal), sahipsiz malı ihraz, define bulma, hukuki tağyir veya iki malın karışması ve birleşmesi suretiyle olabilir.
Devren iktisab: Sahipli bir malın, sahibinin rızası yani satış, vasiyet, bağış, mahkeme ilamı ile el değiştirmesidir. Bir gayrimenkulün devir işleminin resmi şekilde ve resmi merciler huzurunda yapılması, tapu siciline tescili mecburidir. Yeni malik, tapu tescil işlemleri tamamlanmadıkça, o mal üzerinde devredici tasarruflarda bulunamaz..
Menkul malların devren iktisabı, resmi bir şekle tabi değildir. Taraflar, yazılı veya sözlü olarak devir yapabilirler. Devir işlemi, devir konusu malın, yeni alıcıya teslimiyle kesinleşir.
Gayrimenkul mülkiyeti, arazinin yararlı olacak derecedeki altını ve üstünü de ihtiva eder. Yatay sınırları ise, planda ve yeryüzünde gösterilen işaretlerle tespit edilir.
Mülkiyetin Çeşitleri
Münferid (ferdi) mülkiyet: Bir kimsenin, mülkiyetin konusu, taşınır veya taşınmaz malın bütünü üzerinde tek başına tesis ettiği mülkiyet hakkıdır. Malik, mülkiyetin kendisine sağladığı bütün yetkileri yalnız başına kullanabilir.
Müşterek mülkiyet: Birden çok kimsenin, bir malın tamamı üzerinde, belli miktarda, fakat fiilen taksim edilmemiş hisselere sahip bulunduğu, birlikte mülkiyet şeklidir. Bir malın, birden fazla kişi tarafından satın alınması veya bir malın birçok kimseye bağışlanması suretiyle müşterek mülkiyet doğar. Ölenin varislere bıraktığı mal üzerinde de, terekenin taksiminden önce mirasçıların müşterek mülkiyet hakkı vardır.
İştirak halinde mülkiyet: Kanuni olarak veya bir akit sebebiyle birden çok kimse arasında ortaya çıkan ortak mülkiyet şeklidir. adi şirket ve eşler arasındaki mal ortaklığı, iştirak halinde mülkiyete Örnek gösterilebilir. Bir malik, kendi hissesi üzerinde tasarrufta bulunamadığı gibi, ortak malın tamamı üzerinde de yalnız başına tasarrufta bulunamaz. Mal üzerindeki tasarruflar, ancak, ortakların oybirliği ile mümkün olabilir.
Mülkiyetin korunması: Malik, mülkiyet konusu mala el koyan herhangi bir kimseye karşı istihkak ve tecavüzü men (men-i müdahale) davalarını açmak hakkına sahiptir.
İstihkak davası: Malikin elinden rızası dışında çıkan malın, tekrar malikin eline geçmesini sağlayan davadır. İstihkak davası, zaman aşımına uğramaz. Tecavüzün men'i davası; mülkiyete konu olan şeye yapılan tecavüzün ortadan kaldırılmasını sağlar. Mesela, tarlasındaki mahsulünü zamanı gelince toplamak istiyen bir çiftçiye mani olunması halinde, çiftçi, tecavüzün men'i davasını açabilir. Malikin, uğradığı zararı tazmin ettirmek, mülki makamlardan tecavüzün def'ini istemek hakkı mahfuzdur.
Mülkiyet hakkı, insanların en tabii haklarından biridir. Tarihteki pekçok millet ve devlet, bu hak üstüne çeşitli uygulamalar içinde olmuşlardır. Bu hak, birçok felsefe ile siyasi rejimlerin de belli başlı konularından olmuştur. Kapitalist sistemler fertlere mülkiyet hakkı tanımakla beraber, mülk edinilen şeyin kazanılmasında kafi ölçü ve müeyyidelerden mahrumdur. Bu bakımdan bu hak, kapital bakımından güçlü olanlar tarafından alabildiğine kullanılmakla beraber, fakir olanların bu hakkı kullanabilecekleri az şeyleri vardır. Komünizm ise, fertlere özel mülkiyet hakkı tanımaz. Her şeyin devletin olduğunu belirtir. Ancak mevcut varlığın kullanılmasında yalnız komünist partisi mensupları söz sahibidir. Uygulamada halkın bu konudaki mahrumiyeti, kapitalist idarelerden çok fenadır. Liberal ülkelerde, mülkiyet hakkı sosyal adalet esaslarına daha yakın hükümlerle temin edilmeye çalışılmıştır. İslamiyet; mülk ve mülkiyet hakkında açık ve kesin hükümler koymuştur. Buna göre “mülk”, hakikatte yalnız Allahü tealanındır. Fertler, cemiyetler ve sosyal müesseseler, bu mülkü Allah rızasına uygun kullanmakla mükellef olan birer emanetçi gibidirler. İslamiyetin hükümleri, Allah'ın rızasını gösterir. Fertler, cemiyetler ve sosyal müesseseler, mülklerini bu hükümlere uygun şekilde edinmeye mecbur ve mülkiyet haklarını da bu hükümlere ters düşmemek şartıyla diledikleri gibi kullanmakta serbesttirler. Tarihteki İslam devletlerinde, tatbik edilen bu mülkiyet hakkı esasları, Müslüman ve gayrimüslim tebeanın rahat ve huzur içinde, mülk ve haklarından mutlak bir emniyet duyarak yaşamalarını sağlamıştır.
Hukuki bakımdan mülkiyet, kanun veya diğer düzenleyici hukuk kaideleriyle sınırlanmış olarak, bir mal üstünde en geniş tasarruf imkanı sağlayan aynı haktır. Bir malın mülkiyetine sahip olan, onu dilediği gibi kullanabilir. Malik olan, malını satabilir, bağışlayabilir, dilediği sürece dilediği gibi kullanabilir, maldan veya gelirinden istediği şekilde faydalanabilir. 1982 Anayasası'nın 35'inci maddesinde; herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların ancak, kamu yararı gayesiyle kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hususları hükme bağlanmıştır. Böylece mülkiyet hakkı, Anayasa'da teminat altına alınmıştır.
Mülkiyetin konusu, menkul yani taşınır ve gayrimenkul yani taşınmaz maddi mallardır. Alacak hakları ve fikri haklar üzerinde mülkiyet söz konusu değildir.
Gayrimenkul mülkiyeti; gayrimenkuller üstündeki mülkiyet hakkıdır. Arazi, tapu siciline müstakil ve daimi olmak üzere kaydedilen haklar, bazı sınırlayıcı hükümlerle madenler, müstakil bir bina veya bir binanın kat, daire, iş ofisi, dükkan, mağaza, depo gibi müstakil bölümleri üzerinde mülkiyet hakkı kurulabilir.
Menkul mülkiyeti; menkul mallar üstündeki mülkiyet hakkıdır. Bir yerden bir yere nakledilebilen eşya (mobilya, elbise, buzdolabı... gibi) otomobil, şehir şebekesiyle evlere verilebilen elektrik enerjisi vb. menkul mülkiyetine konu olabilir. Mülkiyet hakkı, o şeyle alakalı parçalar, yani mütemmim (tamamlayıcı) cüzlerini, tabii ürünlerini ve teferruatını da ihtiva eder. Mahalli örf ve adetlere göre, bir şeyin asli unsurunu teşkil eden ve o şey tahrip, tağyir veya telef olmadıkça ondan ayrılması mümkün olmayan cüzler, o şeyin tamamlayıcı cüzüdür. Mesela, bir tarlanın ürünü, bir hayvanın sütü, bir evin kapı ve penceresi gibi.
Mülkiyetin sağladığı yetkiler: Kullanma yetkisi; malik, kanun sınırları içinde kalmak şartıyla mülkiyetinde olan şeyi dilediği şekilde kullanabilir. Mesela, bir binaya sahip olan kimse, bu binada kendisi veya akrabalarıyla birlikte oturabilir, kiraya verebilir, boş bırakabilir.
Tasarruf yetkisi; malike, mülkiyete konu olan şeyin geleceğini tayin etme hakkını verir. Mesela, malik, malını bağışlayabilir, satabilir, trampa veya vasiyet edebilir.
Faydalanma yetkisi; malik, mülkiyete konu olan şeyden dilediği gibi faydalanabilir. Mesela, malik, tarlasına istediği mahsulü ekebilir, parasını borç verebilir, harcayabilir veya bir şirketin hisse senedini satın alarak ortak olabilir.
Mülkiyetin sahibine yüklediği sorumluluk ve kısıtlamalar: İyi niyette kaidelerine uygun kullanma; malik, mülkiyet hakkını iyi niyet kaidelerine uygun olarak kullanmaya mecburdur. Mülkiyet hakkının başkasına zarar vermek maksadıyla kullanılmasını, kanun himaye etmez. Mesela kanun, mülk sahibinin, komşularının deniz manzarasını kapatacak şekilde, bahçe duvarlarını 8-10 m yükseklikte inşa etmesini, mahalle arasında bir marangoz atölyesinin, aşırı gürültü çıkartarak mahalle sakinlerini rahatsız etmesini korumaz. Çünkü bu fiiller mülkiyet hakkının kötüye kullanılması sayılmaktadır.
Kanun dairesinde kullanma; malik, mülkiyet hakkını kanunlara uygun olarak kullanmakla mükelleftir. Mesela, mülkiyete konu olan şeyi kullanırken, kamu yararı için düzenlenmiş imar, istimlak ve belediye mevzuatına; yeraltı madenlerini işletmek için maden ve petrol mevzuatına, iktisab ettiği kazançları kullanırken vergi kanunlarına uymak zorundadır.
Mülkiyetin iktisabı iki şekilde olur:
Aslen iktisab: Sahipsiz veya sahibi belli olmayan bir malın iktisabıdır. Gayrimenkullerin aslen iktisabı; sahipsiz araziyi işgal, sahipsiz yerlerde yeni arazi teşekkülü, müruruzaman (zaman aşımı) ile iktisab, lükata (sokakta bulunup alınan mal), sahipsiz malı ihraz, define bulma, hukuki tağyir veya iki malın karışması ve birleşmesi suretiyle olabilir.
Devren iktisab: Sahipli bir malın, sahibinin rızası yani satış, vasiyet, bağış, mahkeme ilamı ile el değiştirmesidir. Bir gayrimenkulün devir işleminin resmi şekilde ve resmi merciler huzurunda yapılması, tapu siciline tescili mecburidir. Yeni malik, tapu tescil işlemleri tamamlanmadıkça, o mal üzerinde devredici tasarruflarda bulunamaz..
Menkul malların devren iktisabı, resmi bir şekle tabi değildir. Taraflar, yazılı veya sözlü olarak devir yapabilirler. Devir işlemi, devir konusu malın, yeni alıcıya teslimiyle kesinleşir.
Gayrimenkul mülkiyeti, arazinin yararlı olacak derecedeki altını ve üstünü de ihtiva eder. Yatay sınırları ise, planda ve yeryüzünde gösterilen işaretlerle tespit edilir.
Mülkiyetin Çeşitleri
Münferid (ferdi) mülkiyet: Bir kimsenin, mülkiyetin konusu, taşınır veya taşınmaz malın bütünü üzerinde tek başına tesis ettiği mülkiyet hakkıdır. Malik, mülkiyetin kendisine sağladığı bütün yetkileri yalnız başına kullanabilir.
Müşterek mülkiyet: Birden çok kimsenin, bir malın tamamı üzerinde, belli miktarda, fakat fiilen taksim edilmemiş hisselere sahip bulunduğu, birlikte mülkiyet şeklidir. Bir malın, birden fazla kişi tarafından satın alınması veya bir malın birçok kimseye bağışlanması suretiyle müşterek mülkiyet doğar. Ölenin varislere bıraktığı mal üzerinde de, terekenin taksiminden önce mirasçıların müşterek mülkiyet hakkı vardır.
İştirak halinde mülkiyet: Kanuni olarak veya bir akit sebebiyle birden çok kimse arasında ortaya çıkan ortak mülkiyet şeklidir. adi şirket ve eşler arasındaki mal ortaklığı, iştirak halinde mülkiyete Örnek gösterilebilir. Bir malik, kendi hissesi üzerinde tasarrufta bulunamadığı gibi, ortak malın tamamı üzerinde de yalnız başına tasarrufta bulunamaz. Mal üzerindeki tasarruflar, ancak, ortakların oybirliği ile mümkün olabilir.
Mülkiyetin korunması: Malik, mülkiyet konusu mala el koyan herhangi bir kimseye karşı istihkak ve tecavüzü men (men-i müdahale) davalarını açmak hakkına sahiptir.
İstihkak davası: Malikin elinden rızası dışında çıkan malın, tekrar malikin eline geçmesini sağlayan davadır. İstihkak davası, zaman aşımına uğramaz. Tecavüzün men'i davası; mülkiyete konu olan şeye yapılan tecavüzün ortadan kaldırılmasını sağlar. Mesela, tarlasındaki mahsulünü zamanı gelince toplamak istiyen bir çiftçiye mani olunması halinde, çiftçi, tecavüzün men'i davasını açabilir. Malikin, uğradığı zararı tazmin ettirmek, mülki makamlardan tecavüzün def'ini istemek hakkı mahfuzdur.
Taşinmaz Mülkiyeti
TAŞINMAZ MÜLKİYETİ
BİRİNCİ AYIRIM
TAŞINMAZ MÜLKİYETİNİN
KONUSU, KAZANILMASI VE KAYBI
A. Taşınmaz mülkiyetinin konusu
Madde 704.- Taşınmaz mülkiyetinin konusu şunlardır:
1. Arazi,
2. Tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar,
3. Kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler.
B. Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması
I. Tescil
Madde 705.- Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.
II. Kazanma yolları
1. Hukukî işlem
Madde 706.- Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmî şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır.
Ölüme bağlı tasarruflar ve mal rejimi sözleşmeleri, kendilerine özgü şekillere tâbidir.
2. İşgal
Madde 707.- Tapu kütüğünde kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetinin işgal yoluyla kazanılması, ancak kaydının malikinin istemiyle terkin edilmiş olmasına bağlıdır.
Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar üzerinde işgal yoluyla mülkiyet kazanılamaz.
3. Yeni arazi oluşması
Madde 708.- Birikme, dolma, toprak kayması veya kamuya ait suların yatağında ya da seviyesinde değişme gibi sebeplerle sahipsiz yerlerde yeniden oluşan yararlanmaya elverişli arazi Devlete ait olur.
Devlet, bu araziyi kamusal bir sakınca bulunmadığı takdirde öncelikle arazisi kayba uğrayana veya bitişik arazi malikine devredebilir.
Toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu ispat eden malik, bunları, durumu öğrendiği tarihten başlayarak bir ve her hâlde oluşumun gerçekleştiği tarihten başlayarak on yıl içinde geri alabilir.
4. Arazi kayması
a. olarak
Madde 709.- Arazi kayması sınır değişikliğini gerektirmez.
Arazi kayması sebebiyle bir taşınmazdan diğerine geçmiş olan arazi parçaları ve diğer cisimler hakkında sürüklenen şeylere ve karışmaya ilişkin hükümler uygulanır.
b. Heyelân
Madde 710.- Arazi kaymasının sınır değişikliğine yol açmayacağı ilkesi, yetkili makamlarca heyelân bölgesi olduğu belirlenen yörelerde uygulanmaz.
Bu yörelerin belirlenmesi sırasında yöredeki arazinin yapısı göz önünde tutulur.
Bir taşınmazın böyle bir yörede bulunduğu, ilgililere uygun biçimde bildirilir ve tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılır.
c. Sınırın yeniden belirlenmesi
Madde 711.- Sınır, arazi kayması sebebiyle gerçeği yansıtmıyorsa; ilgili taşınmaz maliki, sınırın yeniden belirlenmesini isteyebilir.
Fazlalık ve eksiklikler denkleştirilir.
5. Kazandırıcı zamanaşımı
a. Olağan zamanaşımı
Madde 712.- Geçerli bir hukukî sebep olmaksızın tapu kütüğüne malik olarak yazılan kişi, taşınmaz üzerindeki zilyetliğini davasız ve aralıksız olarak on yıl süreyle ve iyiniyetle sürdürürse, onun bu yolla kazanmış olduğu mülkiyet hakkına itiraz edilemez.
b. Olağanüstü zamanaşımı
Madde 713.- Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.
Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur.
Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.
Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada kendi adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler.
Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir.
Özel kanun hükümleri saklıdır.
c. Sürelerin hesabı
Madde 714.- Kazandırıcı zamanaşımı sürelerinin hesaplanmasında, kesilmesinde ve durmasında, Borçlar Kanununun zamanaşımına ilişkin hükümleri kıyas yoluyla uygulanır.
6. Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar
Madde 715.- Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.
Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir.
III. Tescili isteme hakkı
Madde 716.- Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukukî sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması hâlinde hâkimden, mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir.
Bir taşınmazın mülkiyetini işgal, miras, kamulaştırma, cebrî icra veya mahkeme kararına dayanarak kazanan kişi tescili doğrudan doğruya yaptırabilir.
Bir taşınmazın mülkiyetinde eşler arasındaki mal rejimi dolayısıyla meydana gelen değişiklikler, eşlerden birinin istemiyle tapu kütüğüne doğrudan tescil olunur.
C. Taşınmaz mülkiyetinin kaybı
Madde 717.- Taşınmaz mülkiyeti, terkin veya taşınmazın tamamen yok olmasıyla sona erer.
Kamulaştırma hâlinde mülkiyetin ne zaman sona ereceği özel kanunla belirlenir.
BİRİNCİ AYIRIM
TAŞINMAZ MÜLKİYETİNİN
KONUSU, KAZANILMASI VE KAYBI
A. Taşınmaz mülkiyetinin konusu
Madde 704.- Taşınmaz mülkiyetinin konusu şunlardır:
1. Arazi,
2. Tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar,
3. Kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler.
B. Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması
I. Tescil
Madde 705.- Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.
II. Kazanma yolları
1. Hukukî işlem
Madde 706.- Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmî şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır.
Ölüme bağlı tasarruflar ve mal rejimi sözleşmeleri, kendilerine özgü şekillere tâbidir.
2. İşgal
Madde 707.- Tapu kütüğünde kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetinin işgal yoluyla kazanılması, ancak kaydının malikinin istemiyle terkin edilmiş olmasına bağlıdır.
Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar üzerinde işgal yoluyla mülkiyet kazanılamaz.
3. Yeni arazi oluşması
Madde 708.- Birikme, dolma, toprak kayması veya kamuya ait suların yatağında ya da seviyesinde değişme gibi sebeplerle sahipsiz yerlerde yeniden oluşan yararlanmaya elverişli arazi Devlete ait olur.
Devlet, bu araziyi kamusal bir sakınca bulunmadığı takdirde öncelikle arazisi kayba uğrayana veya bitişik arazi malikine devredebilir.
Toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu ispat eden malik, bunları, durumu öğrendiği tarihten başlayarak bir ve her hâlde oluşumun gerçekleştiği tarihten başlayarak on yıl içinde geri alabilir.
4. Arazi kayması
a. olarak
Madde 709.- Arazi kayması sınır değişikliğini gerektirmez.
Arazi kayması sebebiyle bir taşınmazdan diğerine geçmiş olan arazi parçaları ve diğer cisimler hakkında sürüklenen şeylere ve karışmaya ilişkin hükümler uygulanır.
b. Heyelân
Madde 710.- Arazi kaymasının sınır değişikliğine yol açmayacağı ilkesi, yetkili makamlarca heyelân bölgesi olduğu belirlenen yörelerde uygulanmaz.
Bu yörelerin belirlenmesi sırasında yöredeki arazinin yapısı göz önünde tutulur.
Bir taşınmazın böyle bir yörede bulunduğu, ilgililere uygun biçimde bildirilir ve tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılır.
c. Sınırın yeniden belirlenmesi
Madde 711.- Sınır, arazi kayması sebebiyle gerçeği yansıtmıyorsa; ilgili taşınmaz maliki, sınırın yeniden belirlenmesini isteyebilir.
Fazlalık ve eksiklikler denkleştirilir.
5. Kazandırıcı zamanaşımı
a. Olağan zamanaşımı
Madde 712.- Geçerli bir hukukî sebep olmaksızın tapu kütüğüne malik olarak yazılan kişi, taşınmaz üzerindeki zilyetliğini davasız ve aralıksız olarak on yıl süreyle ve iyiniyetle sürdürürse, onun bu yolla kazanmış olduğu mülkiyet hakkına itiraz edilemez.
b. Olağanüstü zamanaşımı
Madde 713.- Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.
Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur.
Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.
Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada kendi adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler.
Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir.
Özel kanun hükümleri saklıdır.
c. Sürelerin hesabı
Madde 714.- Kazandırıcı zamanaşımı sürelerinin hesaplanmasında, kesilmesinde ve durmasında, Borçlar Kanununun zamanaşımına ilişkin hükümleri kıyas yoluyla uygulanır.
6. Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar
Madde 715.- Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.
Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir.
III. Tescili isteme hakkı
Madde 716.- Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukukî sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması hâlinde hâkimden, mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir.
Bir taşınmazın mülkiyetini işgal, miras, kamulaştırma, cebrî icra veya mahkeme kararına dayanarak kazanan kişi tescili doğrudan doğruya yaptırabilir.
Bir taşınmazın mülkiyetinde eşler arasındaki mal rejimi dolayısıyla meydana gelen değişiklikler, eşlerden birinin istemiyle tapu kütüğüne doğrudan tescil olunur.
C. Taşınmaz mülkiyetinin kaybı
Madde 717.- Taşınmaz mülkiyeti, terkin veya taşınmazın tamamen yok olmasıyla sona erer.
Kamulaştırma hâlinde mülkiyetin ne zaman sona ereceği özel kanunla belirlenir.
Yayin İlkeleri
YAYIN İLKELERİ
Madde 4 - (Değişik madde: 15/05/2002 - 4756 S.K./2. md.)
Radyo, televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne, Anayasanın ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, milli güvenliğe ve ahlaka uygun olarak kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır. Yayınların Türkçe yapılması esastır. Ancak, evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu dillerde müzik veya haber iletilmesi amacıyla da yayın yapılabilir. (Ek hükümler: 03/08/2002 - 4771 S.K./8. md.) (Değişik cümle: 15/07/2003 - 4928 S.K./14. md.) Ayrıca, kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir. Bu yayınlar, Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamaz. Bu yayınların yapılmasına ve denetimine ilişkin usul ve esaslar, Üst Kurulca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
Radyo, televizyon ve veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkeleri şunlardır:
a) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı yayın yapılmaması.
b) Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkan verilmemesi.
c) Yayıncılığın, gerek yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımları veya bir başka gerçek veya tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması.
d) İnsanların dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması.
e) Yayınların toplumun milli ve manevi değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olmaması.
f) (Değişik bend: 03/08/2002 - 4771 S.K./8. md.) Özel hayatın gizliliğine saygılı olunması.
g) Türk milli eğitiminin amaçlarının, temel ilkelerinin ve milli kültürün geliştirilmesi.
h) Türkçe'nin; özellikleri ve kuralları bozulmadan konuşma dili olarak kullanılması; milli birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak çağdaş kültür, eğitim ve bilim dili halinde gelişmesinin sağlanması.
ı) Kişilerin manevi şahsiyetlerine eleştiri sınırları ötesinde saldırıda bulunulmaması, cevap ve düzeltme haklarına saygılı olunması, soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberlerin soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olunmaksızın yayınlanmaması, saklı kalması kaydıyla verilen bilgilerin kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayınlanmaması.
j) Yayıncılığın haksız bir amaç ve çıkara alet edilmemesi ve haksız rekabete yol açılmaması, ilan ve reklam niteliğindeki yayınların bu niteliklerinin şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklanması, bir basın organının özel çabalarla yarattığı ürünün kendi ürünüymüş gibi sunulmaması, ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesine özen gösterilmesi.
k) Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu ilan edilmemesi veya suçluymuş gibi gösterilmemesi; kişileri suç işlemeye yönlendirecek veya korku salacak yayın yapılmaması.
l) Haberlerin yayınlanmasında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine bağlı olunması; özgürce kanaat oluşumunun engellenmemesi; haber kaynaklarının kamuoyunun yanıltılmasının amaçlandığı haller dışında gizliliğinin korunması.
m) Halkı aldatacak, yanıltacak veya haksız rekabete yol açacak reklam yayınlarına yer verilmemesi.
n) Siyasi partiler ve demokratik gruplar arasında fırsat eşitliği sağlanması; tek yönlü, taraf tutan yayın yapılmaması; seçim dönemlerinde belirlenen seçim yasaklarıyla ilgili ilkelere aykırı davranılmaması.
o) (Değişik bend:03/03/2004-5101 S.K./5.mad) Yayınlarda, eser ve bağlantılı hak sahiplerine 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile tanınan hakların ihlâl edilmemesi.
p) Bilgi iletişim telefonları yoluyla yarışma ve benzeri yöntemlere başvurulmaması ve bunların sonucunda dinleyici ve seyircilere ikramiye verilmemesi veya ikramiye verilmesine aracılık edilmemesi, lotarya yapılmaması, bilgi iletişim telefonları yoluyla yapılacak anket ve kamuoyu yoklamalarının, hazırlık aşamasından sonuçlarının ilanına kadar noter nezaretinde gerçekleştirilmesi.
r) Televizyonda bölünür ekran yoluyla ana program ile ilgili veya ilgisiz bilgiler veren konuları işleyen yayınların yapılmaması, çerçeveler veya alt yazı tekniği kullanılarak sürekli yayın yapılmaması, haberde konu ile ilgili olmayan görüntülerin verilmemesi, haberle benzerlik arz eden görüntülerin arşiv niteliğinin belirtilmesi.
s) Program hizmetlerinin bütün unsurlarının insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olması.
t) Yayınların müstehcen olmaması.
u) (Değişik bend: 01/07/2005-5378 S.K./37.mad) Kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi.
v) (Değişik bend: 03/08/2002 - 4771 S.K./8. md.) Yayınların şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması.
y) Suç örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerinin yansıtılmaması.
z) Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması.
Madde 4 - (Değişik madde: 15/05/2002 - 4756 S.K./2. md.)
Radyo, televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne, Anayasanın ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, milli güvenliğe ve ahlaka uygun olarak kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır. Yayınların Türkçe yapılması esastır. Ancak, evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu dillerde müzik veya haber iletilmesi amacıyla da yayın yapılabilir. (Ek hükümler: 03/08/2002 - 4771 S.K./8. md.) (Değişik cümle: 15/07/2003 - 4928 S.K./14. md.) Ayrıca, kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir. Bu yayınlar, Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamaz. Bu yayınların yapılmasına ve denetimine ilişkin usul ve esaslar, Üst Kurulca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
Radyo, televizyon ve veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkeleri şunlardır:
a) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı yayın yapılmaması.
b) Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkan verilmemesi.
c) Yayıncılığın, gerek yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımları veya bir başka gerçek veya tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması.
d) İnsanların dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması.
e) Yayınların toplumun milli ve manevi değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olmaması.
f) (Değişik bend: 03/08/2002 - 4771 S.K./8. md.) Özel hayatın gizliliğine saygılı olunması.
g) Türk milli eğitiminin amaçlarının, temel ilkelerinin ve milli kültürün geliştirilmesi.
h) Türkçe'nin; özellikleri ve kuralları bozulmadan konuşma dili olarak kullanılması; milli birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak çağdaş kültür, eğitim ve bilim dili halinde gelişmesinin sağlanması.
ı) Kişilerin manevi şahsiyetlerine eleştiri sınırları ötesinde saldırıda bulunulmaması, cevap ve düzeltme haklarına saygılı olunması, soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberlerin soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olunmaksızın yayınlanmaması, saklı kalması kaydıyla verilen bilgilerin kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayınlanmaması.
j) Yayıncılığın haksız bir amaç ve çıkara alet edilmemesi ve haksız rekabete yol açılmaması, ilan ve reklam niteliğindeki yayınların bu niteliklerinin şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklanması, bir basın organının özel çabalarla yarattığı ürünün kendi ürünüymüş gibi sunulmaması, ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesine özen gösterilmesi.
k) Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu ilan edilmemesi veya suçluymuş gibi gösterilmemesi; kişileri suç işlemeye yönlendirecek veya korku salacak yayın yapılmaması.
l) Haberlerin yayınlanmasında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine bağlı olunması; özgürce kanaat oluşumunun engellenmemesi; haber kaynaklarının kamuoyunun yanıltılmasının amaçlandığı haller dışında gizliliğinin korunması.
m) Halkı aldatacak, yanıltacak veya haksız rekabete yol açacak reklam yayınlarına yer verilmemesi.
n) Siyasi partiler ve demokratik gruplar arasında fırsat eşitliği sağlanması; tek yönlü, taraf tutan yayın yapılmaması; seçim dönemlerinde belirlenen seçim yasaklarıyla ilgili ilkelere aykırı davranılmaması.
o) (Değişik bend:03/03/2004-5101 S.K./5.mad) Yayınlarda, eser ve bağlantılı hak sahiplerine 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile tanınan hakların ihlâl edilmemesi.
p) Bilgi iletişim telefonları yoluyla yarışma ve benzeri yöntemlere başvurulmaması ve bunların sonucunda dinleyici ve seyircilere ikramiye verilmemesi veya ikramiye verilmesine aracılık edilmemesi, lotarya yapılmaması, bilgi iletişim telefonları yoluyla yapılacak anket ve kamuoyu yoklamalarının, hazırlık aşamasından sonuçlarının ilanına kadar noter nezaretinde gerçekleştirilmesi.
r) Televizyonda bölünür ekran yoluyla ana program ile ilgili veya ilgisiz bilgiler veren konuları işleyen yayınların yapılmaması, çerçeveler veya alt yazı tekniği kullanılarak sürekli yayın yapılmaması, haberde konu ile ilgili olmayan görüntülerin verilmemesi, haberle benzerlik arz eden görüntülerin arşiv niteliğinin belirtilmesi.
s) Program hizmetlerinin bütün unsurlarının insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olması.
t) Yayınların müstehcen olmaması.
u) (Değişik bend: 01/07/2005-5378 S.K./37.mad) Kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi.
v) (Değişik bend: 03/08/2002 - 4771 S.K./8. md.) Yayınların şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması.
y) Suç örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerinin yansıtılmaması.
z) Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması.
Tebligat
TEBLİGAT
Madde 29 - Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır.
YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILAN HÜKÜMLER
Madde 30 - 15/07/1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır.
Geçici Madde 1 - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yayımlanmakta olan süreli yayınların sahibi, sorumlu müdürü, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde yayınlarının türünü yönetim yerinin bulunduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmek zorundadır. Bu süre içerisinde bildirim yükümlülüğüne uyulmaması halinde yayın sahibi, sorumlu müdür, beşyüzmilyon liradan yirmimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza bölgesel süreli yayınlarda ikimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda beşmilyar liradan az olamaz.
Geçici Madde 2 - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kamu kurum ve kuruluşlarınca yayımlanmakta olan süreli yayınların temsilcisi ve sorumlu müdürleri, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içerisinde süreli yayının basım ve yayımını bu Kanunda öngörülen hükümlere uygun hale getirirler.
YÜRÜRLÜK
Madde 31 - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
YÜRÜTME
Madde 32 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
Madde 29 - Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır.
YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILAN HÜKÜMLER
Madde 30 - 15/07/1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır.
Geçici Madde 1 - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yayımlanmakta olan süreli yayınların sahibi, sorumlu müdürü, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde yayınlarının türünü yönetim yerinin bulunduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmek zorundadır. Bu süre içerisinde bildirim yükümlülüğüne uyulmaması halinde yayın sahibi, sorumlu müdür, beşyüzmilyon liradan yirmimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza bölgesel süreli yayınlarda ikimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda beşmilyar liradan az olamaz.
Geçici Madde 2 - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kamu kurum ve kuruluşlarınca yayımlanmakta olan süreli yayınların temsilcisi ve sorumlu müdürleri, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içerisinde süreli yayının basım ve yayımını bu Kanunda öngörülen hükümlere uygun hale getirirler.
YÜRÜRLÜK
Madde 31 - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
YÜRÜTME
Madde 32 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
Özel Hayatin Gizliliği
ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ
Madde 21 - Kişinin izin verdiği haller saklı kalmak üzere, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması halinde kişinin sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır.
Kamu yararının gerektirdiği hallerde, kişisel bilgi veya belgeler, kurum ve kuruluşlar tarafından, ilgili kişiye en az yedi gün önceden haber verilerek yazılı rızası alınmak koşuluyla açıklanabilir.
HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİ
Madde 22 - Haberleşmenin gizliliği esasını ihlal edecek bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı dışındadır.
TİCARİ SIR
Madde 23 - Kanunlarda ticari sır olarak nitelenen bilgi veya belgeler ile, kurum ve kuruluşlar tarafından gerçek veya tüzel kişilerden gizli kalması kaydıyla sağlanan ticari ve mali bilgiler, bu Kanun kapsamı dışındadır.
FİKİR VE SANAT ESERLERİ
Madde 24 - Fikir ve sanat eserlerine ilişkin olarak yapılacak bilgi edinme başvuruları hakkında ilgili kanun hükümleri uygulanır.
KURUM İÇİ DÜZENLEMELER
Madde 25 - Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır. Ancak, söz konusu düzenlemeden etkilenen kurum çalışanlarının bilgi edinme hakları saklıdır.
KURUM İÇİ GÖRÜŞ, BİLGİ NOTU VE TAVSİYELER
Madde 26 - Kurum ve kuruluşların faaliyetlerini yürütmek üzere, elde ettikleri görüş, bilgi notu, teklif ve tavsiye niteliğindeki bilgi veya belgeler, kurum ve kuruluş tarafından aksi kararlaştırılmadıkça bilgi edinme hakkı kapsamındadır.
Bilimsel, kültürel, istatistik, teknik, tıbbi, mali, hukuki ve benzeri uzmanlık alanlarında yasal olarak görüş verme yükümlülüğü bulunan kişi, birim ya da kurumların görüşleri, kurum ve kuruluşların alacakları kararlara esas teşkil etmesi kaydıyla bilgi edinme istemlerine açıktır.
Madde 21 - Kişinin izin verdiği haller saklı kalmak üzere, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması halinde kişinin sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır.
Kamu yararının gerektirdiği hallerde, kişisel bilgi veya belgeler, kurum ve kuruluşlar tarafından, ilgili kişiye en az yedi gün önceden haber verilerek yazılı rızası alınmak koşuluyla açıklanabilir.
HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİ
Madde 22 - Haberleşmenin gizliliği esasını ihlal edecek bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı dışındadır.
TİCARİ SIR
Madde 23 - Kanunlarda ticari sır olarak nitelenen bilgi veya belgeler ile, kurum ve kuruluşlar tarafından gerçek veya tüzel kişilerden gizli kalması kaydıyla sağlanan ticari ve mali bilgiler, bu Kanun kapsamı dışındadır.
FİKİR VE SANAT ESERLERİ
Madde 24 - Fikir ve sanat eserlerine ilişkin olarak yapılacak bilgi edinme başvuruları hakkında ilgili kanun hükümleri uygulanır.
KURUM İÇİ DÜZENLEMELER
Madde 25 - Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır. Ancak, söz konusu düzenlemeden etkilenen kurum çalışanlarının bilgi edinme hakları saklıdır.
KURUM İÇİ GÖRÜŞ, BİLGİ NOTU VE TAVSİYELER
Madde 26 - Kurum ve kuruluşların faaliyetlerini yürütmek üzere, elde ettikleri görüş, bilgi notu, teklif ve tavsiye niteliğindeki bilgi veya belgeler, kurum ve kuruluş tarafından aksi kararlaştırılmadıkça bilgi edinme hakkı kapsamındadır.
Bilimsel, kültürel, istatistik, teknik, tıbbi, mali, hukuki ve benzeri uzmanlık alanlarında yasal olarak görüş verme yükümlülüğü bulunan kişi, birim ya da kurumların görüşleri, kurum ve kuruluşların alacakları kararlara esas teşkil etmesi kaydıyla bilgi edinme istemlerine açıktır.
Ödenmeyen Ssk Primleri
Ödenmeyen Ssk Primleri
SMMM Nusret KURDOĞLU
“TDMS”NDE VADESİ GEÇMİŞ (ÖDENMEMİŞ)
VERGİ VE SSK PRİM BORÇLARI,
368 ve 369 HESAPLAR
Bilindiği gibi, bilanço dönemi çalışmaları sırasında karşılaşılan en önemli sorunlardan biri, “360” ve “361” hesaplarda yer alan ve vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş olan vergi ve SSK Prim borçlarına ne tür bir işlem yapılması gerektiği sorunudur.
Öte yandan, ülkemizde son on yıllarda değişim gösteren yasa düzenleme teknikleri, zaman zaman çeşitli tartışmalara yol açabilmektedir. 506 sayılı SSK Yasasının 80. maddesine 3. fıkra olarak eklenen “Kuruma fiilen ödenmeyen prim tutarları, Gelir ve Kurumlar Vergisi uygulamasında gider yazılamaz.” hükmü de bu tartışma konularından biridir.
Bu çalışmada, dönem içerisinde tahakkuku (ve doğal olarak gider kaydı) yapılmış, ancak envanter dönemine kadar henüz ödenmemiş olan primlerle ilgili işlemlerin, Tek Düzen Muhasebe Sistemi (TDMS) çerçevesinde nasıl yapılması gerektiği üzerinde durulacaktır. Ancak, bu konuya girmeden önce, konuyla çok yakın bağlantısı olması nedeniyle, 36 Grubundaki “368- VADESİ GEÇMİŞ ERTELENMİŞ VEYA TAKSİTLENDİRİLMİŞ VERGİ VE DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” ve “369- ÖDENECEK DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” hesapları ile ilgili bir ön çalışma yapma gereği ortaya çıkmaktadır.
I) "368” ve “369" hesapların kullanımı, alt hesapları:
(MSUGT) Muhasebe Sistemi Uygulama Tebliği’nde “368- VADESİ GEÇMİŞ ERTELENMİŞ VEYA TAKSİTLENDİRİLMİŞ VERGİ VE DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” hesabının açıklaması ve işleyişi aşağıdaki gibidir:
“Kanuni süresi içinde ödenmeyen vergi ve yükümlülükler ile erteleme ve taksitlendirme süresi bilanço tarihinde bir yıldan az olan vergi ve yükümlülükleri kapsar.
İşleyişi:
Vadelerinde ödenmeyen vergi ve diğer yükümlülüklerle erteleme veya taksitlendirme süresi bir yıldan az olanlar ile vadesi bir yılın altına düştüğü için "438" no.lu hesaptan bu hesaba aktarılanlar, hesabın alacağına kaydedilir. Ödenmeleri halinde hesaba borç kaydedilir. Ancak, vadesi geçmiş vergi ve diğer yükümlülüklerde erteleme veya takside bağlama süresi bir yılı aşanlar bu hesabın borcu karşılığında "438- Kamuya Olan Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Borçlar" Hesabı'na aktarılır.”
Aynı Tebliğ’de “369- ÖDENECEK DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” hesabı için yapılan açıklama ve istenilen işleyiş ise, aşağıdaki gibidir:
“Özel bölümlerinde tanımlananlar dışında kalan yükümlülüklerin izlendiği hesaptır.
İşleyişi:
Tahakkuk ettirilmesini gerektiren olaylar ve işlemler ortaya çıktıkça anılan hesaplar alacaklanır, ödemeler yapıldıkça borçlanır.”
Buna göre ödemelerin vadesinde yapılmaması halinde, 360 ve 361 hesaplardaki vadesi geçen borçlar aynı gruptaki "368- Vadesi Geçmiş Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Vergi ve Diğer Yükümlülükler" hesabına aktarılmalıdır. Bu işlem, yıl içerisinde yapılmamış olsa bile, yıl sonundaki envanter çalışmaları sırasında mutlaka yapılmalıdır.
Burada “36 Grubu” hesaplarının çok önemli bir özelliği ortaya çıkıyor. Bu gruptaki “360” ve “361” hesaplarla ilgili olarak, (eğer açılıp kullanılmışsa 362-367 hesaplarla da) mali tablolarda vadesi geçtiği halde ödenmemiş hiçbir borcun yer alması olasılığı yoktur. Tam Açıklama Kavramı da bu noktada ağırlığını duyurmaktadır. Vadesi geçmiş ve ödenmemiş borçlar, “360” ve “361” hesaplardan alınıp, en azından mali tablo aşamasında “368” hesaba mutlaka aktarılmalıdırlar. Bu tutarların mali tabloda “360 ve 361” hesaplar içerisinde bırakılmış olması, işletmenin bu tür borçlarını hep zamanında ödediği gibi bir görüntü vererek mali tablo okuyucusunun aldanmasına neden olacak, bu yolla Tam Açıklama Kavramı ile Sosyal Sorumluluk Kavramı gözden çıkarılmış olacaktır.
Her hangi bir borcun vadesinin geçip geçmediği ya muavin kayıtlar taranarak görülebilir, ya da alt hesaplar yardımıyla mizanda görülebilir. Yıl sonunda bilanço çalışmaları yapılırken zaman sıkıntısı içinde bulunulacağı hepimizce bilinmektedir. Bu zaman sıkışıklığında bir de muavin kayıtları tarayarak fazladan zaman kaybetmek akılcı ve verimli bir uygulama olmayacaktır. Oysa yıl içinde günlük kayıtlar yapılırken ödenmemiş borçları açıkça gösterecek biçimde düzenlenmiş bir alt hesap yapısını kullanarak işlem yapıldığında, her alınan mizan, vadesi geçen ve "368" hesaba aktarılması gereken tutarları zaman kaybı olmadan hemen gösterecektir. Alt hesap yapısının önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Mizan, yol gösterici olmalıdır.
Bunun yanı sıra, bilanço tarihindeki işletmenin bütün borçlarının bilançoda yer almasını gerektiren bilanço ilkesi gereği, ve dönem içinde doğan tüm giderlerin doğduğu döneme kaydedilmesini gerektiren “Dönemsellik İlkesi” gereği, vadesi geçmiş olduğu için "368" hesaba aktarılan vergi ve sosyal güvenlik borçlarının 31.12. tarihi itibariyle oluşmuş gecikme zamları da hesaplanıp tahakkuk ettirilerek "369- Ödenecek Diğer Yükümlülükler" hesabına alacak kaydedilmelidir. Zira bu gecikme zamları da işletmenin oluşmuş borçlarıdır ve işletme kişiliğinin gideridir. Giderin doğuş zamanı da ödenme tarihi değil, tahakkuk ettiği tarihtir. Sonuçta, Tam Açıklama ve Dönemsellik İlkeleri gereği, 31.12 itibariyle oluşan gecikme zammı borcu bilançoda, oluşan gecikme zammı gideri de o dönemin gelir tablosunda yer almalıdır.
Bu durumda, hangi borca ne kadar gecikme zammı tahakkuk ettirileceğine karar vermek için bütün borçların vade bilgileri ile elimizde olması gerekir.
“368” ve “369” hesapların alt hesapları da, bu hesaplara aktarılan borçlara göre düzenlenmelidir.
368 VADESİ GEÇMİŞ ERT.TAK.VRG.VE DİĞER YÜKÜM.LER
368 01 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK GEÇİCİ VERGİLER
368 02 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK MUHTASAR VERGİLER
368 03 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK KDV
368 04 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK GELİR/KURUMLAR VERGİSİ
368 05 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK FONLAR
368 06 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SSK PRİMLERİ
368 07 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SGD PRİMLERİ
369 ÖDENECEK DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER
369 01 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK GEÇİCİ VERGİLER GEC.Z.
369 02 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK MUHT. VERGİLER GEC. Z.
369 03 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK KDV GEC.ZAMMI
369 04 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖD.GELİR/KURUMLAR VERGİSİ GEC.Z
369 05 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK FONLAR GEC.Z.
369 06 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SSK PRİMLERİ GEC.Z.
369 07 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SGD PRİMLERİ GEC.Z.
gibi.. Doğallıkla burada da her grubun altına aktarılan borcun ya da tahakkuk ettirilen gecikme zammına ait ana borcun dönemini gösteren bir alt hesap açılmasında büyük yarar vardır.
SMMM Nusret KURDOĞLU
“TDMS”NDE VADESİ GEÇMİŞ (ÖDENMEMİŞ)
VERGİ VE SSK PRİM BORÇLARI,
368 ve 369 HESAPLAR
Bilindiği gibi, bilanço dönemi çalışmaları sırasında karşılaşılan en önemli sorunlardan biri, “360” ve “361” hesaplarda yer alan ve vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş olan vergi ve SSK Prim borçlarına ne tür bir işlem yapılması gerektiği sorunudur.
Öte yandan, ülkemizde son on yıllarda değişim gösteren yasa düzenleme teknikleri, zaman zaman çeşitli tartışmalara yol açabilmektedir. 506 sayılı SSK Yasasının 80. maddesine 3. fıkra olarak eklenen “Kuruma fiilen ödenmeyen prim tutarları, Gelir ve Kurumlar Vergisi uygulamasında gider yazılamaz.” hükmü de bu tartışma konularından biridir.
Bu çalışmada, dönem içerisinde tahakkuku (ve doğal olarak gider kaydı) yapılmış, ancak envanter dönemine kadar henüz ödenmemiş olan primlerle ilgili işlemlerin, Tek Düzen Muhasebe Sistemi (TDMS) çerçevesinde nasıl yapılması gerektiği üzerinde durulacaktır. Ancak, bu konuya girmeden önce, konuyla çok yakın bağlantısı olması nedeniyle, 36 Grubundaki “368- VADESİ GEÇMİŞ ERTELENMİŞ VEYA TAKSİTLENDİRİLMİŞ VERGİ VE DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” ve “369- ÖDENECEK DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” hesapları ile ilgili bir ön çalışma yapma gereği ortaya çıkmaktadır.
I) "368” ve “369" hesapların kullanımı, alt hesapları:
(MSUGT) Muhasebe Sistemi Uygulama Tebliği’nde “368- VADESİ GEÇMİŞ ERTELENMİŞ VEYA TAKSİTLENDİRİLMİŞ VERGİ VE DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” hesabının açıklaması ve işleyişi aşağıdaki gibidir:
“Kanuni süresi içinde ödenmeyen vergi ve yükümlülükler ile erteleme ve taksitlendirme süresi bilanço tarihinde bir yıldan az olan vergi ve yükümlülükleri kapsar.
İşleyişi:
Vadelerinde ödenmeyen vergi ve diğer yükümlülüklerle erteleme veya taksitlendirme süresi bir yıldan az olanlar ile vadesi bir yılın altına düştüğü için "438" no.lu hesaptan bu hesaba aktarılanlar, hesabın alacağına kaydedilir. Ödenmeleri halinde hesaba borç kaydedilir. Ancak, vadesi geçmiş vergi ve diğer yükümlülüklerde erteleme veya takside bağlama süresi bir yılı aşanlar bu hesabın borcu karşılığında "438- Kamuya Olan Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Borçlar" Hesabı'na aktarılır.”
Aynı Tebliğ’de “369- ÖDENECEK DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” hesabı için yapılan açıklama ve istenilen işleyiş ise, aşağıdaki gibidir:
“Özel bölümlerinde tanımlananlar dışında kalan yükümlülüklerin izlendiği hesaptır.
İşleyişi:
Tahakkuk ettirilmesini gerektiren olaylar ve işlemler ortaya çıktıkça anılan hesaplar alacaklanır, ödemeler yapıldıkça borçlanır.”
Buna göre ödemelerin vadesinde yapılmaması halinde, 360 ve 361 hesaplardaki vadesi geçen borçlar aynı gruptaki "368- Vadesi Geçmiş Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Vergi ve Diğer Yükümlülükler" hesabına aktarılmalıdır. Bu işlem, yıl içerisinde yapılmamış olsa bile, yıl sonundaki envanter çalışmaları sırasında mutlaka yapılmalıdır.
Burada “36 Grubu” hesaplarının çok önemli bir özelliği ortaya çıkıyor. Bu gruptaki “360” ve “361” hesaplarla ilgili olarak, (eğer açılıp kullanılmışsa 362-367 hesaplarla da) mali tablolarda vadesi geçtiği halde ödenmemiş hiçbir borcun yer alması olasılığı yoktur. Tam Açıklama Kavramı da bu noktada ağırlığını duyurmaktadır. Vadesi geçmiş ve ödenmemiş borçlar, “360” ve “361” hesaplardan alınıp, en azından mali tablo aşamasında “368” hesaba mutlaka aktarılmalıdırlar. Bu tutarların mali tabloda “360 ve 361” hesaplar içerisinde bırakılmış olması, işletmenin bu tür borçlarını hep zamanında ödediği gibi bir görüntü vererek mali tablo okuyucusunun aldanmasına neden olacak, bu yolla Tam Açıklama Kavramı ile Sosyal Sorumluluk Kavramı gözden çıkarılmış olacaktır.
Her hangi bir borcun vadesinin geçip geçmediği ya muavin kayıtlar taranarak görülebilir, ya da alt hesaplar yardımıyla mizanda görülebilir. Yıl sonunda bilanço çalışmaları yapılırken zaman sıkıntısı içinde bulunulacağı hepimizce bilinmektedir. Bu zaman sıkışıklığında bir de muavin kayıtları tarayarak fazladan zaman kaybetmek akılcı ve verimli bir uygulama olmayacaktır. Oysa yıl içinde günlük kayıtlar yapılırken ödenmemiş borçları açıkça gösterecek biçimde düzenlenmiş bir alt hesap yapısını kullanarak işlem yapıldığında, her alınan mizan, vadesi geçen ve "368" hesaba aktarılması gereken tutarları zaman kaybı olmadan hemen gösterecektir. Alt hesap yapısının önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Mizan, yol gösterici olmalıdır.
Bunun yanı sıra, bilanço tarihindeki işletmenin bütün borçlarının bilançoda yer almasını gerektiren bilanço ilkesi gereği, ve dönem içinde doğan tüm giderlerin doğduğu döneme kaydedilmesini gerektiren “Dönemsellik İlkesi” gereği, vadesi geçmiş olduğu için "368" hesaba aktarılan vergi ve sosyal güvenlik borçlarının 31.12. tarihi itibariyle oluşmuş gecikme zamları da hesaplanıp tahakkuk ettirilerek "369- Ödenecek Diğer Yükümlülükler" hesabına alacak kaydedilmelidir. Zira bu gecikme zamları da işletmenin oluşmuş borçlarıdır ve işletme kişiliğinin gideridir. Giderin doğuş zamanı da ödenme tarihi değil, tahakkuk ettiği tarihtir. Sonuçta, Tam Açıklama ve Dönemsellik İlkeleri gereği, 31.12 itibariyle oluşan gecikme zammı borcu bilançoda, oluşan gecikme zammı gideri de o dönemin gelir tablosunda yer almalıdır.
Bu durumda, hangi borca ne kadar gecikme zammı tahakkuk ettirileceğine karar vermek için bütün borçların vade bilgileri ile elimizde olması gerekir.
“368” ve “369” hesapların alt hesapları da, bu hesaplara aktarılan borçlara göre düzenlenmelidir.
368 VADESİ GEÇMİŞ ERT.TAK.VRG.VE DİĞER YÜKÜM.LER
368 01 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK GEÇİCİ VERGİLER
368 02 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK MUHTASAR VERGİLER
368 03 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK KDV
368 04 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK GELİR/KURUMLAR VERGİSİ
368 05 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK FONLAR
368 06 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SSK PRİMLERİ
368 07 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SGD PRİMLERİ
369 ÖDENECEK DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER
369 01 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK GEÇİCİ VERGİLER GEC.Z.
369 02 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK MUHT. VERGİLER GEC. Z.
369 03 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK KDV GEC.ZAMMI
369 04 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖD.GELİR/KURUMLAR VERGİSİ GEC.Z
369 05 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK FONLAR GEC.Z.
369 06 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SSK PRİMLERİ GEC.Z.
369 07 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SGD PRİMLERİ GEC.Z.
gibi.. Doğallıkla burada da her grubun altına aktarılan borcun ya da tahakkuk ettirilen gecikme zammına ait ana borcun dönemini gösteren bir alt hesap açılmasında büyük yarar vardır.
Borç Beyannamesi
BORÇ BEYANNAMESİ
…………….. Ticaret Sicili Memurluğu’nun…………………... sicil numarasında kayıtlı…………………………………………………………… …(Devir olunan şirket) Türk Ticaret Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince tüm aktif ve pasifi ile devir olunmak suretiyle İstanbul Ticaret Sicili Memurluğu’nun ……………….sicil numarası ile kayıtlı…………………………………..…………………… …………..(Devir alan şirket) ile birleşecektir.
Birleşme nedeniyle tasfiyesiz infisah edecek şirketimizin borçları şirketimizi devir alan …………………………………………………(Devir alan şirket) tarafından ödenecektir.
Türk Ticaret Kanunu’nun 149 maddesince ilan olunur.
Devir olunan şirket
kaşe imza
…………….. Ticaret Sicili Memurluğu’nun…………………... sicil numarasında kayıtlı…………………………………………………………… …(Devir olunan şirket) Türk Ticaret Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince tüm aktif ve pasifi ile devir olunmak suretiyle İstanbul Ticaret Sicili Memurluğu’nun ……………….sicil numarası ile kayıtlı…………………………………..…………………… …………..(Devir alan şirket) ile birleşecektir.
Birleşme nedeniyle tasfiyesiz infisah edecek şirketimizin borçları şirketimizi devir alan …………………………………………………(Devir alan şirket) tarafından ödenecektir.
Türk Ticaret Kanunu’nun 149 maddesince ilan olunur.
Devir olunan şirket
kaşe imza
Cep telefonu hat satış faturalarının nasıl düzneleneceği
Cep telefonu hat satış faturalarının nasıl düzneleneceği
T.C.
İSTANBUL VALİLİĞİ
Defterdarlık Katma Değer Vergisi Gelir Müdürlüğü
TARİH: 23/05/2005
SAYI : KDV.MUK.B.07.4.DEF.0.34.18.374 2
KONU : Cep telefonu hat satış faturalarının
ne şekilde düzenleneceği
……………………………..
………. Şti. tarafından ……… verilen ………tarihli örneği ekli dilekçenin ……… ilgilendiren kısımları aşağıda açıklanmıştır.
3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1/1. maddesinde; ticarî, sınaî, ziraî faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin KDV’ne tabi olduğu, 3/a maddesinde; vergiye tabi malların her ne suretle olursa olsun, vergiye tabi işlemler dışındaki amaçlarla işletmeden çekilmesi, vergiye tabi malların işletme personeline ücret, prim, ikramiye, hediye, teberru gibi namlarla verilmesinin teslim hükmünde olduğu, 10/a maddesinde mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde vergiyi doğuran olayın malın teslimi veya hizmetin yapılması anında meydana geldiği, 20. maddesinde; teslim ve hizmet işlemlerinde matrahın, bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu, bedel deyiminin, malı teslim alan veya kendisine hizmet yapılan veyahut bunlar adına hareket edenlerden bu işlemler karşılığında her ne suretle olursa olsun alınan veya bunlarca borçlanılan para, mal ve diğer suretlerde sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaat, hizmet ve değerler toplamını ifade ettiği, 23/f maddesinde Maliye Bakanlığı’nın işin mahiyetini gözönünde tutarak özel matrah şekilleri tespit etmeye yetkili olduğu, 24/b maddesi uyarınca vergi,resim,harç , pay, fon karşılığı gibi unsurlar KDV matrahına dahil olduğu hükme bağlanmıştır.
Aynı Kanunun 34/2. maddesinde; “Katma değer vergisinin fatura ve benzeri vesikalarda ayrıca gösterilmesine gerek görülmeyen işlemlerde vergi indiriminin nasıl belgelendirilebileceği Maliye Bakanlığı’nca tespit olunur.”denilmektedir.
1 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Tebliği’nin VIII/F bölümünde, katma değer vergisinin fatura ve benzeri vesikalarda gösterilmesine gerek görülmeyen işlemler ile tekel’e tabi maddelerin tesliminde bu mal ve hizmetleri teslim alanlar tarafından, tarife veya bilet veyahut benzeri vesikalarda gösterilen bedel üzerinden iç yüzde oranı uygulanmak suretiyle katma değer vergisi hesaplanacak ve yaptıkları vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden indireceklerdir. Şeklinde açıklama yapılmıştır.
50 Seri No.lu KDV Tebliği’nin “Promosyon Ürünleri” başlıklı A-1 bölümünde;
“Ticari hayatta, ticareti yapılan mallara olan talebin artırılması amacıyla, bir takım pazarlama teknikleri geliştirilmekte, satışı yapılan malın yanında başka bir malın ayrıca bir bedel alınmaksızın verilmesi de sıkça karşılaşılan bir pazarlama tekniği olarak ortaya çıkmaktadır. Bir malın tasarruf hakkının malik veya adına hareket edenlerce, alıcıya veya adına hareket edenlere devri olarak tanımlanan teslim hükümleri çerçevesinde ticari bir işletmenin yaptığı bedelsiz teslimler de katma değer vergisine konu olmaktadır.
Ancak, firmaların iktisadi faaliyetini genişletme, emsal işletmelerle rekabet edebilme, üretim veya satışını yaptıkları mallara olan talebi koruma veya artırma amacıyla bir malın yanında başka bir mal verilmesi şeklinde gerçekleşen işlemlerde, promosyon ürünü açısından bir bedelsiz teslim söz konusu olmamaktadır. Zira, firmanın genişleyen faaliyetiyle bağlantılı olarak işletmede yaratılan katma değer artmaktadır. Nitekim piyasadan satın alınan veya ithal edilen malların promosyon ürünü olarak müşterilere verilmesi, mükellefler açısından pazarlama gideri niteliğini taşımakta ve bu malların alış bedelleri Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinin 1 numaralı bendine göre gider olarak kaydedilebilmektedir.
Dolayısıyla, firmanın yarattığı katma değer içerisinde vergilenen promosyon mallarının müşterilere verilmesi sırasında katma değer vergisi hesaplanmasına gerek bulunmamakta ve bu ürünler için yüklenilen katma değer vergisinin ise prensip olarak indirim konusu yapılması gerekmektedir.”denilmektedir.
Konu ile ilgili olarak yayımlanan 85 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Tebliği’nin;
C- Özel Matrah Şekli Uygulaması bölümünde; “Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 23 ncü maddesinin (f) bendi hükmünün Maliye Bakanlığı’na verdiği yetkiye dayanarak, GSM operatör şirketleri tarafından sunulan cep telefonu konuşma hizmetlerinden faydalanmak üzere çıkarılan ön ödemeli hazır kartlarda dahil olmak üzere bütün telefon kartı ve jeton satışlarının özel matrah şekline göre vergilendirilmesi uygun görülmüştür.
Buna göre, perakendeci bayiler tarafından yapılan telefon kartı ve jeton satışlarına ait katma değer vergisinin bayii kârına isabet eden katma değer vergisini de ihtiva edecek şekilde perakendeci bayiilere telefon kartı ve jeton teslimi yapan kuruluşlar tarafından beyan edilmesi gerekmektedir.
Bu durumda bayiiler belirtilen kapsamdaki telefon kartı ve jeton satışları için ayrıca vergi hesaplamayacaklardır.
Öte yandan, telefon kartı ve jeton satışları dahil bütün işlemleri özel matrah şekline göre vergilendirilenlerin katma değer vergisi mükellefiyeti tesis ettirmelerine gerek bulunmamaktadır.
D- Özel İletişim Vergisi Uygulaması bölümünde ise;
4481 sayılı Kanun’un, 4605 sayılı Kanun’la değişik 8 nci maddesinde özel iletişim vergisinin mükellefinin cep telefonu işletmecileri olduğu, bu verginin katma değer vergisi matrahına dahil edilmeyeceği hükme bağlanmıştır.
Bu hüküm uyarınca cep telefonu işletmecileri tarafından verilen (ön ödemeli kart satışları dahil) tesis, devir, nakil ve haberleşme hizmetlerine ilişkin olarak özel iletişim vergisi mükellefi olan cep telefonu işletmecilerinin düzenleyeceği faturalarda hesaplanan özel iletişim vergisi katma değer vergisi matrahına dahil edilmeyecektir.
Ancak, cep telefonu işletmecilerinin verdiği haberleşme hizmetlerinde kullanılan kartların satışını yapanların, özel iletişim vergisi mükellefi olmamaları nedeniyle cep telefonu işletmecilerinin hesapladığı özel iletişim vergisini katma değer vergisi matrahından indirmeleri söz konusu değildir.” denilmektedir.
31.07.2004 tarih, 25539 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5228 sayılı Bazı Kanunlarda ve 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 38. maddesi ile 13.07.1956 tarihli ve 6802 sayılı Gider Vergileri Kanunu’nun 39’ncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu uyarınca Telekomünikasyon Kurumuyla görev veya imtiyaz sözleşmesi imzalamak veya bu Kurumdan ruhsat veya izin almak suretiyle telekomünikasyon alt yapısı kurup işleten veya telekomünikasyon hizmeti sunan işletmecilerin;
a) Her nevi mobil telekomünikasyon işletmeciliği kapsamındaki (ön ödemeli kart satışları dahil) tesis, devir, nakil ve haberleşme hizmetleri %25,
b) Radyo ve televizyon yayınlarının uydu platformu ve kablo ortamından iletilmesine ilişkin hizmetleri %15,
c) (a) ve (b) bentleri kapsamına girmeyen diğer telekomünikasyon hizmetleri %15,
oranında özel iletişim vergisine tabidir.
T.C.
İSTANBUL VALİLİĞİ
Defterdarlık Katma Değer Vergisi Gelir Müdürlüğü
TARİH: 23/05/2005
SAYI : KDV.MUK.B.07.4.DEF.0.34.18.374 2
KONU : Cep telefonu hat satış faturalarının
ne şekilde düzenleneceği
……………………………..
………. Şti. tarafından ……… verilen ………tarihli örneği ekli dilekçenin ……… ilgilendiren kısımları aşağıda açıklanmıştır.
3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1/1. maddesinde; ticarî, sınaî, ziraî faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin KDV’ne tabi olduğu, 3/a maddesinde; vergiye tabi malların her ne suretle olursa olsun, vergiye tabi işlemler dışındaki amaçlarla işletmeden çekilmesi, vergiye tabi malların işletme personeline ücret, prim, ikramiye, hediye, teberru gibi namlarla verilmesinin teslim hükmünde olduğu, 10/a maddesinde mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde vergiyi doğuran olayın malın teslimi veya hizmetin yapılması anında meydana geldiği, 20. maddesinde; teslim ve hizmet işlemlerinde matrahın, bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu, bedel deyiminin, malı teslim alan veya kendisine hizmet yapılan veyahut bunlar adına hareket edenlerden bu işlemler karşılığında her ne suretle olursa olsun alınan veya bunlarca borçlanılan para, mal ve diğer suretlerde sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaat, hizmet ve değerler toplamını ifade ettiği, 23/f maddesinde Maliye Bakanlığı’nın işin mahiyetini gözönünde tutarak özel matrah şekilleri tespit etmeye yetkili olduğu, 24/b maddesi uyarınca vergi,resim,harç , pay, fon karşılığı gibi unsurlar KDV matrahına dahil olduğu hükme bağlanmıştır.
Aynı Kanunun 34/2. maddesinde; “Katma değer vergisinin fatura ve benzeri vesikalarda ayrıca gösterilmesine gerek görülmeyen işlemlerde vergi indiriminin nasıl belgelendirilebileceği Maliye Bakanlığı’nca tespit olunur.”denilmektedir.
1 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Tebliği’nin VIII/F bölümünde, katma değer vergisinin fatura ve benzeri vesikalarda gösterilmesine gerek görülmeyen işlemler ile tekel’e tabi maddelerin tesliminde bu mal ve hizmetleri teslim alanlar tarafından, tarife veya bilet veyahut benzeri vesikalarda gösterilen bedel üzerinden iç yüzde oranı uygulanmak suretiyle katma değer vergisi hesaplanacak ve yaptıkları vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden indireceklerdir. Şeklinde açıklama yapılmıştır.
50 Seri No.lu KDV Tebliği’nin “Promosyon Ürünleri” başlıklı A-1 bölümünde;
“Ticari hayatta, ticareti yapılan mallara olan talebin artırılması amacıyla, bir takım pazarlama teknikleri geliştirilmekte, satışı yapılan malın yanında başka bir malın ayrıca bir bedel alınmaksızın verilmesi de sıkça karşılaşılan bir pazarlama tekniği olarak ortaya çıkmaktadır. Bir malın tasarruf hakkının malik veya adına hareket edenlerce, alıcıya veya adına hareket edenlere devri olarak tanımlanan teslim hükümleri çerçevesinde ticari bir işletmenin yaptığı bedelsiz teslimler de katma değer vergisine konu olmaktadır.
Ancak, firmaların iktisadi faaliyetini genişletme, emsal işletmelerle rekabet edebilme, üretim veya satışını yaptıkları mallara olan talebi koruma veya artırma amacıyla bir malın yanında başka bir mal verilmesi şeklinde gerçekleşen işlemlerde, promosyon ürünü açısından bir bedelsiz teslim söz konusu olmamaktadır. Zira, firmanın genişleyen faaliyetiyle bağlantılı olarak işletmede yaratılan katma değer artmaktadır. Nitekim piyasadan satın alınan veya ithal edilen malların promosyon ürünü olarak müşterilere verilmesi, mükellefler açısından pazarlama gideri niteliğini taşımakta ve bu malların alış bedelleri Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinin 1 numaralı bendine göre gider olarak kaydedilebilmektedir.
Dolayısıyla, firmanın yarattığı katma değer içerisinde vergilenen promosyon mallarının müşterilere verilmesi sırasında katma değer vergisi hesaplanmasına gerek bulunmamakta ve bu ürünler için yüklenilen katma değer vergisinin ise prensip olarak indirim konusu yapılması gerekmektedir.”denilmektedir.
Konu ile ilgili olarak yayımlanan 85 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Tebliği’nin;
C- Özel Matrah Şekli Uygulaması bölümünde; “Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 23 ncü maddesinin (f) bendi hükmünün Maliye Bakanlığı’na verdiği yetkiye dayanarak, GSM operatör şirketleri tarafından sunulan cep telefonu konuşma hizmetlerinden faydalanmak üzere çıkarılan ön ödemeli hazır kartlarda dahil olmak üzere bütün telefon kartı ve jeton satışlarının özel matrah şekline göre vergilendirilmesi uygun görülmüştür.
Buna göre, perakendeci bayiler tarafından yapılan telefon kartı ve jeton satışlarına ait katma değer vergisinin bayii kârına isabet eden katma değer vergisini de ihtiva edecek şekilde perakendeci bayiilere telefon kartı ve jeton teslimi yapan kuruluşlar tarafından beyan edilmesi gerekmektedir.
Bu durumda bayiiler belirtilen kapsamdaki telefon kartı ve jeton satışları için ayrıca vergi hesaplamayacaklardır.
Öte yandan, telefon kartı ve jeton satışları dahil bütün işlemleri özel matrah şekline göre vergilendirilenlerin katma değer vergisi mükellefiyeti tesis ettirmelerine gerek bulunmamaktadır.
D- Özel İletişim Vergisi Uygulaması bölümünde ise;
4481 sayılı Kanun’un, 4605 sayılı Kanun’la değişik 8 nci maddesinde özel iletişim vergisinin mükellefinin cep telefonu işletmecileri olduğu, bu verginin katma değer vergisi matrahına dahil edilmeyeceği hükme bağlanmıştır.
Bu hüküm uyarınca cep telefonu işletmecileri tarafından verilen (ön ödemeli kart satışları dahil) tesis, devir, nakil ve haberleşme hizmetlerine ilişkin olarak özel iletişim vergisi mükellefi olan cep telefonu işletmecilerinin düzenleyeceği faturalarda hesaplanan özel iletişim vergisi katma değer vergisi matrahına dahil edilmeyecektir.
Ancak, cep telefonu işletmecilerinin verdiği haberleşme hizmetlerinde kullanılan kartların satışını yapanların, özel iletişim vergisi mükellefi olmamaları nedeniyle cep telefonu işletmecilerinin hesapladığı özel iletişim vergisini katma değer vergisi matrahından indirmeleri söz konusu değildir.” denilmektedir.
31.07.2004 tarih, 25539 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5228 sayılı Bazı Kanunlarda ve 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 38. maddesi ile 13.07.1956 tarihli ve 6802 sayılı Gider Vergileri Kanunu’nun 39’ncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu uyarınca Telekomünikasyon Kurumuyla görev veya imtiyaz sözleşmesi imzalamak veya bu Kurumdan ruhsat veya izin almak suretiyle telekomünikasyon alt yapısı kurup işleten veya telekomünikasyon hizmeti sunan işletmecilerin;
a) Her nevi mobil telekomünikasyon işletmeciliği kapsamındaki (ön ödemeli kart satışları dahil) tesis, devir, nakil ve haberleşme hizmetleri %25,
b) Radyo ve televizyon yayınlarının uydu platformu ve kablo ortamından iletilmesine ilişkin hizmetleri %15,
c) (a) ve (b) bentleri kapsamına girmeyen diğer telekomünikasyon hizmetleri %15,
oranında özel iletişim vergisine tabidir.
Yaş şartını bekleyenlere kıdem tazminatı ödenmesinde işten ayrılma şartı
Yaş şartını bekleyenlere kıdem tazminatı ödenmesinde işten ayrılma şartı
Resul Kurt
Sayın Resul Bey, size sormak istediğim soru: Sigortalılık süremi ve prim ödeme gün sayımı doldurdum, fakat emeklilik için yaşımı beklemek zorunda mıyım? Yaşımı beklemeden SSK'dan evrak almak kaydıyla kıdem tazminatımı alma hakkına sahip miyim? Kıdem tazminatımı almam için işyerinden ayrılmış olmam şart mı? İlginiz için teşekkürler. Erhan ÖZDEMİR
Sayın Özdemir; yaş şartını bekleyenlere kıdem tazminatı ödenmesi ile ilgili olarak daha önce ayrıntılı bilgi vermiştim. 08.09.1999 tarih ve 23810 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4447 sayılı kanunun 45'inci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14. maddesine eklenen ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren bende göre; 506 sayılı kanunun 60'ıncı maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı kanunun geçici 81'inci maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle feshedilmesi halinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenmesi gerekmektedir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılacaktır.
Bu durumda yaşı beklemeniz halinde kıdem tazminatı ödenebilmesi için işinizden ayrılmanız gerekmektedir. İşten ayrılmadan kıdem tazminatı talep edilmesi mümkün değildir.
İş hukuku mevzuatında kaynak kitap
Sayın Resul Kurt, DÜNYA Gazetesi'ndeki ve mesleki dergilerdeki makalelerinizi ilgiyle takip etmekteyim. Yazılarınızın, iş hukuku ve sosyal güvenlik alanında çalışan bizlere çok büyük yararları olduğunu belirtmeliyim. Ben sizin bu çalışmalarınızı kitap olarak yayınlayıp yayınlamayacağınızı öğrenmek istiyorum. Gerçekten bu alandaki önemli bir boşluğu doldurmuş olursunuz. Bizlere önerebileceğiniz bir kaynak kitap var mı? Ahmet AYDIN/Ankara
Sayın Aydın; ilginize teşekkür ederim. Sizin beklediğiniz gibi bir kitabım bulunmaktadır. Daha önce 2 baskı yapan "İş Hukuku ve Sosyal Sigorta Mevzuatının Usul ve Esasları, Uygulamalar, Sorunlar, Çözümler, Yargı Kararları" adlı kitabımın 3. baskısı Eylül 2004'te yine İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO) tarafından yayınlandı. İş hukuku ve sosyal güvenlik mevzuatında 2004 yılında 5073, 5084, 5198, 5228 sayılı kanunlarla yapılan önemli değişikliklerinde yer aldığı "İş Hukuku ve Sosyal Sigorta Mevzuatında Usul ve Esaslar, Uygulamalar, Sorunlar, Çözümler, Yargı Kararları" adlı kitabı İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın (İSMMMO) Kurtuluş Cd. No: 152 Kurtuluş/İstanbul adresinden 25 milyon TL karşılığında bizzat temin edebileceğiniz gibi, İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın (İSMMMO) Türkiye İş Bankası Kabataş Şubesi'ndeki 361429 nolu hesabına kitabın bedeli olan 25 milyon TL'yi yatırarak faturanın kesileceği kişi veya kurumun adı, unvanı, adresi, vergi dairesi ve vergi numarası ile telefon numarasını (gerçek kişiler de fatura kesilebilmesi için vergi dairesi ve vergi hesap nosu bildirecektir) İSMMMO'nun; ismmmo@ismmmo.org.tr[/url" target="_blank"> e-mail adresine veya 0-212-343 47 80 nolu faksa göndermeleri veya 0-212-315 84 00 nolu telefondan bilgi vermeniz halinde kitap kargo ile gönderilmektedir.
Okuyuculara cevaplar
Sayın Resul Kurt, DÜNYA Gazetesi'nde her zaman yazılarınız ve yorumlarınızı okuyorum. Bizi aydınlattığınız için teşekkür ederiz. Yardımcı olursanız size bir sorum olacak. Şöyle ki; eşimin SSK girişi 01.05.1986'dır. Doğum tarihi 16.04.1968 ve toplam gün sayısı 6.600. Çalışmış olduğu iş yerinden yaş sınırı beklemeden kıdem tazminatı alabilir mi? Beni bu konuda bilgilendirirseniz sevinirim. Eyüphan ÜNVER/Muhasebe Müdürü
Sayın Ünver, yaş şartını bekleyenlere hangi durumlarda kıdem tazminatı ödenmesi gerektiği yukarıdaki okuyucumuza verilen cevapta ayrıntılı olarak açıklanmış olup, eşinizin mevcut durumda bu haktan yararlanması mümkün bulunmamaktadır.
- Kısaca Kıdem Tazminatı
2003 yılında tamamen değiştirilmesine karşın İş Kanunu kıdem tazminatı konusunda yeni bir düzenleme getirmemiştir. Kıdem tazminatı uygulaması halen 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesi çerçevesinde uygulanmaya devam etmektedir.
Kanuni düzenlemelere göre aşağıda sıralanan durumlarda çalışan kıdem tazminatı alma hakkına sahip olmaktadır:
- İşveren tarafından “ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri” sebepler dışında çalışanın işine son verilmesi,
- Çalışan tarafından sağlık sebepleri, ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri, zorlayıcı sebepler nedeniyle işten ayrılması,
- Çalışanın muvazzaf askerlik hizmeti nedeniyle işten ayrılması,
- Çalışanın emekli olması,
- Çalışanın yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi isteği ile işten ayrılması veya sözleşmesinin feshi,
- Bayan çalışanın evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi,
- Çalışanın ölümü sebebiyle son bulması
hallerinde çalışanlar kıdem tazminatı almaya hak kazanmaktadırlar.
Kendi isteğiyle işten ayrılan işçi kıdem tazminatına hak kazanamaz. Zira Kanun’da kıdem tazminatı alma şartları belirtilmiştir. İşçinin istifası hali kıdem tazminatını hakkını iptal etmektedir.
Resul Kurt
Sayın Resul Bey, size sormak istediğim soru: Sigortalılık süremi ve prim ödeme gün sayımı doldurdum, fakat emeklilik için yaşımı beklemek zorunda mıyım? Yaşımı beklemeden SSK'dan evrak almak kaydıyla kıdem tazminatımı alma hakkına sahip miyim? Kıdem tazminatımı almam için işyerinden ayrılmış olmam şart mı? İlginiz için teşekkürler. Erhan ÖZDEMİR
Sayın Özdemir; yaş şartını bekleyenlere kıdem tazminatı ödenmesi ile ilgili olarak daha önce ayrıntılı bilgi vermiştim. 08.09.1999 tarih ve 23810 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4447 sayılı kanunun 45'inci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14. maddesine eklenen ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren bende göre; 506 sayılı kanunun 60'ıncı maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı kanunun geçici 81'inci maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle feshedilmesi halinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenmesi gerekmektedir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılacaktır.
Bu durumda yaşı beklemeniz halinde kıdem tazminatı ödenebilmesi için işinizden ayrılmanız gerekmektedir. İşten ayrılmadan kıdem tazminatı talep edilmesi mümkün değildir.
İş hukuku mevzuatında kaynak kitap
Sayın Resul Kurt, DÜNYA Gazetesi'ndeki ve mesleki dergilerdeki makalelerinizi ilgiyle takip etmekteyim. Yazılarınızın, iş hukuku ve sosyal güvenlik alanında çalışan bizlere çok büyük yararları olduğunu belirtmeliyim. Ben sizin bu çalışmalarınızı kitap olarak yayınlayıp yayınlamayacağınızı öğrenmek istiyorum. Gerçekten bu alandaki önemli bir boşluğu doldurmuş olursunuz. Bizlere önerebileceğiniz bir kaynak kitap var mı? Ahmet AYDIN/Ankara
Sayın Aydın; ilginize teşekkür ederim. Sizin beklediğiniz gibi bir kitabım bulunmaktadır. Daha önce 2 baskı yapan "İş Hukuku ve Sosyal Sigorta Mevzuatının Usul ve Esasları, Uygulamalar, Sorunlar, Çözümler, Yargı Kararları" adlı kitabımın 3. baskısı Eylül 2004'te yine İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO) tarafından yayınlandı. İş hukuku ve sosyal güvenlik mevzuatında 2004 yılında 5073, 5084, 5198, 5228 sayılı kanunlarla yapılan önemli değişikliklerinde yer aldığı "İş Hukuku ve Sosyal Sigorta Mevzuatında Usul ve Esaslar, Uygulamalar, Sorunlar, Çözümler, Yargı Kararları" adlı kitabı İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın (İSMMMO) Kurtuluş Cd. No: 152 Kurtuluş/İstanbul adresinden 25 milyon TL karşılığında bizzat temin edebileceğiniz gibi, İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın (İSMMMO) Türkiye İş Bankası Kabataş Şubesi'ndeki 361429 nolu hesabına kitabın bedeli olan 25 milyon TL'yi yatırarak faturanın kesileceği kişi veya kurumun adı, unvanı, adresi, vergi dairesi ve vergi numarası ile telefon numarasını (gerçek kişiler de fatura kesilebilmesi için vergi dairesi ve vergi hesap nosu bildirecektir) İSMMMO'nun; ismmmo@ismmmo.org.tr[/url" target="_blank"> e-mail adresine veya 0-212-343 47 80 nolu faksa göndermeleri veya 0-212-315 84 00 nolu telefondan bilgi vermeniz halinde kitap kargo ile gönderilmektedir.
Okuyuculara cevaplar
Sayın Resul Kurt, DÜNYA Gazetesi'nde her zaman yazılarınız ve yorumlarınızı okuyorum. Bizi aydınlattığınız için teşekkür ederiz. Yardımcı olursanız size bir sorum olacak. Şöyle ki; eşimin SSK girişi 01.05.1986'dır. Doğum tarihi 16.04.1968 ve toplam gün sayısı 6.600. Çalışmış olduğu iş yerinden yaş sınırı beklemeden kıdem tazminatı alabilir mi? Beni bu konuda bilgilendirirseniz sevinirim. Eyüphan ÜNVER/Muhasebe Müdürü
Sayın Ünver, yaş şartını bekleyenlere hangi durumlarda kıdem tazminatı ödenmesi gerektiği yukarıdaki okuyucumuza verilen cevapta ayrıntılı olarak açıklanmış olup, eşinizin mevcut durumda bu haktan yararlanması mümkün bulunmamaktadır.
- Kısaca Kıdem Tazminatı
2003 yılında tamamen değiştirilmesine karşın İş Kanunu kıdem tazminatı konusunda yeni bir düzenleme getirmemiştir. Kıdem tazminatı uygulaması halen 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesi çerçevesinde uygulanmaya devam etmektedir.
Kanuni düzenlemelere göre aşağıda sıralanan durumlarda çalışan kıdem tazminatı alma hakkına sahip olmaktadır:
- İşveren tarafından “ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri” sebepler dışında çalışanın işine son verilmesi,
- Çalışan tarafından sağlık sebepleri, ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri, zorlayıcı sebepler nedeniyle işten ayrılması,
- Çalışanın muvazzaf askerlik hizmeti nedeniyle işten ayrılması,
- Çalışanın emekli olması,
- Çalışanın yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi isteği ile işten ayrılması veya sözleşmesinin feshi,
- Bayan çalışanın evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi,
- Çalışanın ölümü sebebiyle son bulması
hallerinde çalışanlar kıdem tazminatı almaya hak kazanmaktadırlar.
Kendi isteğiyle işten ayrılan işçi kıdem tazminatına hak kazanamaz. Zira Kanun’da kıdem tazminatı alma şartları belirtilmiştir. İşçinin istifası hali kıdem tazminatını hakkını iptal etmektedir.
Ssk İşçisi Rapor Ücreti Alırken İşyerinde Çalışmadığına Dair Belge
Ssk İşçisi Rapor Ücreti Alırken İşyerinde Çalışmadığına Dair Belge
----------------------------------------------------------------------------
Ssk İşçisi Rapor Ücreti Alırken İşyerinde Çalışmadığına Dair Belge
İşyerimizde çalışan ve …..………../……………….tarihleri arasında raporlu olan ..…….……………………….. sigorta sicil nolu .…………………………….. raporlu olduğu süre içinde işyerinde çalışmamıştır.
İŞYERİNİN :
UNVANI :
SSK SİCİL NUMARASI :
ADRESİ :
Kaşe İmza
İşyerimizde çalışan ve …..………../……………….tarihleri arasında raporlu olan ..…….……………………….. sigorta sicil nolu .…………………………….. raporlu olduğu süre içinde işyerinde çalışmamıştır.
İŞYERİNİN :
UNVANI :
SSK SİCİL NUMARASI :
ADRESİ :
Kaşe İmza
----------------------------------------------------------------------------
Ssk İşçisi Rapor Ücreti Alırken İşyerinde Çalışmadığına Dair Belge
İşyerimizde çalışan ve …..………../……………….tarihleri arasında raporlu olan ..…….……………………….. sigorta sicil nolu .…………………………….. raporlu olduğu süre içinde işyerinde çalışmamıştır.
İŞYERİNİN :
UNVANI :
SSK SİCİL NUMARASI :
ADRESİ :
Kaşe İmza
İşyerimizde çalışan ve …..………../……………….tarihleri arasında raporlu olan ..…….……………………….. sigorta sicil nolu .…………………………….. raporlu olduğu süre içinde işyerinde çalışmamıştır.
İŞYERİNİN :
UNVANI :
SSK SİCİL NUMARASI :
ADRESİ :
Kaşe İmza
Eczanelerde Vergi Uygulaması
ECZANELERDE
VERGİ VE MUHASEBE
UYGULAMALARI
Bülent ÇETİN
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
İÇİNDEKİLER
- GİDERLER
- YAPILAN İSKONTOLAR
- KURUM İSKONTOLARI
- MAL FAZLASI (MF) VE ÖZEL İSKONTOLAR
- İLAÇ FİYATLARININ DÜŞMESİ
- STOK (ENVANTER)
- RİSTURN GELİRLERİ
- FİRE
- KÂRLILIK HESAPLANMASI
- ÖRNEK I
- ÖRNEK II
- ÖRNEK III
GİDERLER
Öncelikle ticari kazançtan indirilecek giderleri gv. 40 maddesine göre değerlendirelim;
Ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan tüm giderler,
İşyerinde veya işyerinin müştemilatında iaşe ve ibate giderleri, tedavi ve ilaç giderleri, sigorta primleri ve emekli aidatı, giyim giderleri,
İşle ilgili zarar ziyan ve tazminatlar, işle ilgili seyahat ve ikame giderleri,
İşletmeye ait taşıt giderleri veya kiralama yöntemiyle ödenen taşıt giderleri,
İşletme ile ilgili olmak üzere, bina, arazi, gider istihlak, damga, belediye vergileri harçlar ve kaydiyeler gibi ayni vergi resim harçlar,
İşletmeye ait demirbaşlar gibi addolunan haklardan ayrılan amortismanlar,
Fakirlere yardım amacı ile gıda bankacılığı faaliyetinde bulunan dernekler ve vakıflara Maliye Bakanlığı’nın belirlediği usul ve esaslar çerçevesinde yapılan gıda maddelerinin maliyet bedeli,
Gerek işveren gerekse çalışan işçiler için ödenen bireysel emeklilik katkı paylarının vergi matrahlarına göre belli oranlarda indirim olmaktadır.
YAPILAN İSKONTOLAR
Eczane işletmeleri, Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına kesmiş olduğu faturalarda her yıl Maliye Bakanlığı ile TEB tarafından yapılan protokol sonucunda %3,5 iskonto yapmaktadırlar.
Bu protokol kapsamına girenlerin, tabii oldukları mevzuat hükümleri çerçevesinde eczanelerden temin edecekleri reçete muhteviyatı ilaçlar için uygulanacak indirim oranları ile eşdeğer ilaç uygulamasında Tebliğde belirtilen hükümler geçerlidir. Eczacı tarafından, tebliğde belirtilen imalatçı/ithalatçı indirimi düşüldükten sonra kalan tutar üzerinden eczacı indirimi yapılır.
Eczacı indirimi 2005 yılı satış hasılatı (KDV hariç)
- 220.000 YTL’ ye kadar olan eczaneler tarafından yüzde üç ( %3 )
- 220.000 YTL ile 440.000 YTL arasında olan eczaneler tarafından yüzde üç buçuk ( %3,5)
- 440.000 YTL ile 550.000 YTL arasında olan eczaneler tarafından yüzde dört ( %4)
- 550.000 YTL olan eczaneler tarafından yüzde dörtbuçuk ( %4,5 )
oranında uygulanacaktır.
KURUM İSKONTOLARI
İlaç sanayisi tarafından verilen ve depolarca da uygulanmasını eczanelere yansıtan %11 olan kurum iskontoları sosyal güvenlik kurumlarına kesilen faturalarda aynen yansıtılmakta ve ayrıcada geçmişte %2,5 olan anlaşma gereği verilen iskontoda %3,5 çıkarak toplam %14,5 iskonto yapılmaktadır.
Kurum iskontoları depolar tarafından toplam satış fiyatından KDV ve eczacı kârı düşüldükten sonra hesaplanmaktadır.
Sosyal güvenlik kurumlarına kesilen satış faturalarında ise toplam reçete bedeli üzerinden %14,5 iskonto yapılmaktadır. Bu durumda alınan kurum iskontolarından %2,2 eczacının kaybı olmakta ayrıca geçmişe göre %2,5 olan iskonto %3,5 çıkmasından dolayı %1 de buradan kaybı olmaktadır.
Önemli bir noktada depolardan alınan erken ödeme iskontosunu daha az almanıza neden olmaktadır. Kurum iskontosu hesaplanmasından dolayı tüm fatura altı iskontolarını etkilemektedir.
Yukarıdaki açıklamalarım eczane işletmesinin almış olduğu kurum iskontolarının tamamını sosyal güvenlik kurumlarına faturalama da geçerlidir. Diğer bir boyut eczane işletmesi hiçbir şekilde sosyal güvenlik kurumlarıyla anlaşması yoksa alınan depolardan kurum iskontoları direk olarak kâr olacaktır. Burada önemli olan alınan kurum iskontoları ile sosyal güvenlik kurumlarına kesilen faturalardaki kurum iskontolarının mükayesesi yapılması olacaktır. İskonto aleyhte çıkması gayri safi kâr, lehte çıkması bir zarar unsuru olacaktır.
ÖRNEK:
Vergisel dönem olarak peşin vergi dönemini alırsak
-3 ayda depolardan almış olduğumuz kurum iskontoları toplamı 15.000 YTL
3 ayda eczane satışları toplamı :
- 3 ayda sosyal güvenlik kurumlarına kesilen fatura toplamı 100.000 YTL
- 3 ayda diğer perakende satışlar toplamı 50.000 YTL
TOPLAM 150.000 YTL
Kurumlara yapılan iskonto 100.000 * %11 = 11.000 YTL
Depolardan alınan iskonto 15.000 – 11.000 = 4.000 YTL fazla alınan iskonto gayri safi kâr hesabında göz önüne alınması gerekecektir.
MAL FAZLASI ( MF ) VE ÖZEL İSKONTOLAR
Ecza depoları tarafından eczanelerin çalışma koşullarına göre verilen iskontolar.
Ecza depoları tarafından kampanya veya başka şekillerde verilen bedelsiz mallar.
VERGİ VE MUHASEBE
UYGULAMALARI
Bülent ÇETİN
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
İÇİNDEKİLER
- GİDERLER
- YAPILAN İSKONTOLAR
- KURUM İSKONTOLARI
- MAL FAZLASI (MF) VE ÖZEL İSKONTOLAR
- İLAÇ FİYATLARININ DÜŞMESİ
- STOK (ENVANTER)
- RİSTURN GELİRLERİ
- FİRE
- KÂRLILIK HESAPLANMASI
- ÖRNEK I
- ÖRNEK II
- ÖRNEK III
GİDERLER
Öncelikle ticari kazançtan indirilecek giderleri gv. 40 maddesine göre değerlendirelim;
Ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan tüm giderler,
İşyerinde veya işyerinin müştemilatında iaşe ve ibate giderleri, tedavi ve ilaç giderleri, sigorta primleri ve emekli aidatı, giyim giderleri,
İşle ilgili zarar ziyan ve tazminatlar, işle ilgili seyahat ve ikame giderleri,
İşletmeye ait taşıt giderleri veya kiralama yöntemiyle ödenen taşıt giderleri,
İşletme ile ilgili olmak üzere, bina, arazi, gider istihlak, damga, belediye vergileri harçlar ve kaydiyeler gibi ayni vergi resim harçlar,
İşletmeye ait demirbaşlar gibi addolunan haklardan ayrılan amortismanlar,
Fakirlere yardım amacı ile gıda bankacılığı faaliyetinde bulunan dernekler ve vakıflara Maliye Bakanlığı’nın belirlediği usul ve esaslar çerçevesinde yapılan gıda maddelerinin maliyet bedeli,
Gerek işveren gerekse çalışan işçiler için ödenen bireysel emeklilik katkı paylarının vergi matrahlarına göre belli oranlarda indirim olmaktadır.
YAPILAN İSKONTOLAR
Eczane işletmeleri, Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına kesmiş olduğu faturalarda her yıl Maliye Bakanlığı ile TEB tarafından yapılan protokol sonucunda %3,5 iskonto yapmaktadırlar.
Bu protokol kapsamına girenlerin, tabii oldukları mevzuat hükümleri çerçevesinde eczanelerden temin edecekleri reçete muhteviyatı ilaçlar için uygulanacak indirim oranları ile eşdeğer ilaç uygulamasında Tebliğde belirtilen hükümler geçerlidir. Eczacı tarafından, tebliğde belirtilen imalatçı/ithalatçı indirimi düşüldükten sonra kalan tutar üzerinden eczacı indirimi yapılır.
Eczacı indirimi 2005 yılı satış hasılatı (KDV hariç)
- 220.000 YTL’ ye kadar olan eczaneler tarafından yüzde üç ( %3 )
- 220.000 YTL ile 440.000 YTL arasında olan eczaneler tarafından yüzde üç buçuk ( %3,5)
- 440.000 YTL ile 550.000 YTL arasında olan eczaneler tarafından yüzde dört ( %4)
- 550.000 YTL olan eczaneler tarafından yüzde dörtbuçuk ( %4,5 )
oranında uygulanacaktır.
KURUM İSKONTOLARI
İlaç sanayisi tarafından verilen ve depolarca da uygulanmasını eczanelere yansıtan %11 olan kurum iskontoları sosyal güvenlik kurumlarına kesilen faturalarda aynen yansıtılmakta ve ayrıcada geçmişte %2,5 olan anlaşma gereği verilen iskontoda %3,5 çıkarak toplam %14,5 iskonto yapılmaktadır.
Kurum iskontoları depolar tarafından toplam satış fiyatından KDV ve eczacı kârı düşüldükten sonra hesaplanmaktadır.
Sosyal güvenlik kurumlarına kesilen satış faturalarında ise toplam reçete bedeli üzerinden %14,5 iskonto yapılmaktadır. Bu durumda alınan kurum iskontolarından %2,2 eczacının kaybı olmakta ayrıca geçmişe göre %2,5 olan iskonto %3,5 çıkmasından dolayı %1 de buradan kaybı olmaktadır.
Önemli bir noktada depolardan alınan erken ödeme iskontosunu daha az almanıza neden olmaktadır. Kurum iskontosu hesaplanmasından dolayı tüm fatura altı iskontolarını etkilemektedir.
Yukarıdaki açıklamalarım eczane işletmesinin almış olduğu kurum iskontolarının tamamını sosyal güvenlik kurumlarına faturalama da geçerlidir. Diğer bir boyut eczane işletmesi hiçbir şekilde sosyal güvenlik kurumlarıyla anlaşması yoksa alınan depolardan kurum iskontoları direk olarak kâr olacaktır. Burada önemli olan alınan kurum iskontoları ile sosyal güvenlik kurumlarına kesilen faturalardaki kurum iskontolarının mükayesesi yapılması olacaktır. İskonto aleyhte çıkması gayri safi kâr, lehte çıkması bir zarar unsuru olacaktır.
ÖRNEK:
Vergisel dönem olarak peşin vergi dönemini alırsak
-3 ayda depolardan almış olduğumuz kurum iskontoları toplamı 15.000 YTL
3 ayda eczane satışları toplamı :
- 3 ayda sosyal güvenlik kurumlarına kesilen fatura toplamı 100.000 YTL
- 3 ayda diğer perakende satışlar toplamı 50.000 YTL
TOPLAM 150.000 YTL
Kurumlara yapılan iskonto 100.000 * %11 = 11.000 YTL
Depolardan alınan iskonto 15.000 – 11.000 = 4.000 YTL fazla alınan iskonto gayri safi kâr hesabında göz önüne alınması gerekecektir.
MAL FAZLASI ( MF ) VE ÖZEL İSKONTOLAR
Ecza depoları tarafından eczanelerin çalışma koşullarına göre verilen iskontolar.
Ecza depoları tarafından kampanya veya başka şekillerde verilen bedelsiz mallar.
Tasfiye dönemi
Tasfiye dönemi
Madde 30 - (2362 sayılı Kanunun 17'inci maddesiyle değişen şekli) Her ne sebeple olursa olsun, tasfiye haline giren kurumların vergilendirilmesinde hesap dönemi yerine tasfiye dönemi kaim olur.
Tasfiye dönemi kurumun tasfiye haline girdiği tarihten başlar, bu tarihten aynı takvim yılı sonuna kadar olan dönem ile bu dönemden sonraki her takvim yılı müstakil bir tasfiye dönemi sayılır.
Tasfiyenin aynı takvim yılı içinde sona ermesi halinde tasfiye dönemi, kurumun tasfiye haline girdiği tarihten başlar ve tasfiyenin bittiği tarihe kadar devam eder.
Tasfiyenin nihayet bulduğu dönemin sonunda tasfiye kar veya zararı kati olarak tespit ve evvelce verilmiş olan tasfiye beyannameleri bu neticeye göre ıslah edilir. Tasfiye zararla kapanırsa, evvelce verilmiş tasfiye beyannamelerine müsteniden tahsil edilmiş vergiler iade olunur.
Bir yıldan fazla süren tasfiyelerde tarh zamanaşımı, tasfiyenin nihayet bulduğu dönemi takip eden yıldan itibaren başlar.
Tasfiye Beyannamesi
Madde 31 -(2362 sayılı Kanunun 18'inci maddesiyle değişen madde) Tasfiye beyannameleri, tasfiye memurları tarafından tasfiye dönemlerinin sonundan itibaren 21'inci maddede yazılı süreler içinde, tasfiye dönemi içinde tasfiye neticelenmişse, bilançonun veya nihai hesabın kesinleşmesinden itibaren 15 gün içinde kurumun bağlı olduğu vergi dairesine verilir.
Bu madde gereğince verilecek olan beyannamelere, bilanço ile kar ve zarar cetveli ve tasfiye bilançosuna göre ortaklara dağıtılan paralarla diğer değerlerin müfredatlı bir cetveli bağlanır. İşletme hesabı esasına göre defter tutanların beyannamelerine kar ve zarar cetveli yerine bu hesabın hülasası rapt olunur.
Tasfiye Karı
Madde 32 - (92 sayılı Kanunun 9'uncu maddesiyle değişen şekli) Tasfiye halindeki kurumların vergi matrahı tasfiye karıdır.
Tasfiye karı, tasfiye döneminin sonundaki servet değeri ile tasfiye döneminin başındaki servet değeri arasındaki müspet farktır.
Tasfiye karı hesaplanırken:
1. Ortaklara veya kurum sahiplerine tasfiye esnasında avans olarak veya sair suretle yapılan her nevi ödemeler tasfiyenin sonundaki servet değerine;
2. Mevcut sermayeye ilaveten ortaklar veya sahipleri tarafından yapılan ödemeler ile tasfiye esnasında elde edilen ve vergiden istisna edilmiş bulunan kazanç ve iratlar tasfiye döneminin başındaki servet değerine ilave olunur.
İşletme hesabı esasına göre defter tutanların tasfiye karı, tasfiye dönemi zarfında elde edilen hasılat ile yapılan giderler arasındaki farktan tasfiye döneminin başındaki emtia mevcudunun değeri çıkarıldıktan sonra kalan miktardır.
Bu madde hükmüne göre tasfiye karının hesaplanması sırasında, 14'üncü ve 15'inci maddelerin hükümleri de ayrıca göz önünde tutulur.
Servet Değeri
Madde 33 - (2573 sayılı Kanunun 8'inci maddesiyle değişen fıkra) Tasfiye döneminin başındaki servet değeri, kurumun tasfiye dönemi başındaki bilançosunda görülen öz sermayesidir. Bir yıldan fazla süren tasfiyelerde müteakip tasfiye dönemlerinin başındaki servet değeri, bir evvelki dönemin son bilançosunda görülen servet değeridir. Aşağıda yazılı olanların dışında kalan her nevi ihtiyatlarla dağıtılmamış kazançlar bu sermayeye dahildir.
1. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar temettü ve kazanç vergilerinden istisna edilerek ayrılmış olan ihtiyat akçeleri ve banka zarar karşılıkları (Sonradan Kurumlar vergisine tabi tutulan ihtiyat akçeleri ve banka zarar karşılıkları öz sermayeye dahildir);
2. Vergi kanunlarına göre ayrılmış olan her türlü amortismanlar ve karşılıklar ile sigorta şirketlerinin teknik ihtiyatları;
3. Hissedar veya sahip olmayan kimselere dağıtılacak olan kazanç kısmı.
Hisselerine mahsuben ortaklara dağıtılan, satılan, devredilen veya kurum sahibine iade olunan değerler, Vergi Usul Kanunu'nun hükümlerine göre ve dağıtmanın, satışın, devrin veya iadenin yapıldığı günün emsal bedeli ile değerlenir.
Tasfiye Memurlarının Sorumluluğu
Madde 34 - (192 sayılı kanunun 11'inci maddesiyle değişen şekli) Tasfiye memurları kurumun tahakkuk etmiş vergileri ile tasfiye beyannamelerine göre hesaplanan vergileri ödemeden veyahut bu vergilerle diğer itirazlı tarhiyat için karşılık ayırmadan, İcra ve İflas Kanunu'nun 206'ıncı maddesinin 6'ıncı sırasında yazılı alacaklılara ödeme ve ortaklara paylaştırma yapamazlar.
Aksi takdirde bu vergilerin asıl ve zamlarından ve vergi cezalarından şahsen ve müsteselsilen sorumlu olurlar.
Vergi aslı ve zamları, kendisine paylaştırma yapılan ortaklardan da aranılabilir. Ortaklardan tahsil edilmiş olan vergi asılları için ayrıca tasfiye memurlarına müracaat olunmaz.
Tasfiye memurları, bu madde gereğince ödedikleri vergilerin asıllarından dolayı, tasfiyeden hisse alan ortaklara, paylaştırma yapılmışsa veya ortakların tasfiye payları vergileri karşılamaya yetmezse alacaklarını tamamen veya kısmen tahsil eden alacaklılara rücu edebilirler.
Tasfiye Muamelelerinin İncelenmesi
Madde 35 - Tasfiye beyannamesinin verilmesiyle birlikte tasfiye memurları muamelelerini vergi bakımından incelenmesini bir talepname ile isterler.
Talepnamenin verilmesinden itibaren en geç bir ay içinde vergi incelemelerine başlanarak aralıksız devam olunur.
Vergi incelemelerinin bitmesini takip eden on beş gün içinde vergi dairesi neticeyi tasfiye memurlarına yazı ile bildirir. Buna göre kurumdan aranan vergilerin neticesi alınıncaya kadar tasfiye memurlarının 34'üncü maddede yazılı sorumluluğu devam eder.
(5228 sayılı Kanunun 33’üncü maddesiyle eklenen fıkra, Yürürlük; 31.7.2004) Maliye Bakanlığı mükelleflerin, hukukî statülerini, faaliyet gösterdikleri alanları ve tasfiyeye giriş tarihindeki aktif büyüklüklerini dikkate almak suretiyle tasfiye işlemlerine yönelik inceleme yaptırmamaya yetkilidir.
Birleşme
Madde 36 - Bir veya birkaç kurumun diğer bir kurumla birleşmesi, birleşme sebebiyle infisah eden kurumlar bakımından tasfiye hükmündedir. Ancak, birleşmede tasfiye karı yerine birleşme karı vergiye matrah olur.
Tasfiye karının tesbiti hakkındaki hükümler, birleşme karının tesbitinde de caridir. Şu farkla ki, münfesih kurumun veya kurumların ortaklarına veya sahiplerine birleşilen kurum tarafından doğrudan doğruya veya vasıta ile verilen değerler, kurumun tasfiyesi halinde ortaklara dağıtılan değerler yerine geçer.
Birleşilen kurumdan alınan değerler Vergi Usul Kanunu'nda yazılı esaslara göre değerlenir.
34 ve 35'inci maddelere göre tasfiye memurlarına düşen sorumluluk ve ödevler birleşme halinde, birleşilen kuruma terettüp eder.
Devir
Madde 37 -Aşağıda yazılı şartlar dahilinde vaki olan birleşmeler devir hükmündedir:
1. Birleşme neticesinde infisah eden kurum ile birleşilen kurumun kanuni veya iş merkezleri Türkiye'de bulunacaktır;
2. Münfesih kurumun devir tarihindeki bilanço değerlerini birleşilen (Devralan) kurum, kül halinde devralacak ve aynen bilançosuna geçirecektir.
3. (4108 sayılı Kanunun 39'uncu maddesiyle bent kaldırılmıştır) (*)
Kurumların yukarıdaki şartlar dahilinde şekil değiştirmeleri de devir hükmündedir.
(*) 3. (Kaldırılmadan önceki şekli) Birleşilen kurum münfesih kurumun ortaklarına veya sahiplerine devraldığı servet nispetinde hisse verecektir.
Bölünme ve hisse değişimi(*)
Madde 38 - (4684 sayılı Kanunun 18/B maddesiyle değişen madde Yürürlük; 03.07.2001) Aşağıdaki işlemler bölünme veya hisse değişimi hükmündedir.
1- Tam mükellef bir sermaye şirketinin tasfiyesiz olarak infisah etmek suretiyle bütün mal varlığı, alacak ve borçlarını mukayyet değerleri üzerinden mevcut veya yeni kurulacak tam mükellefiyete tabi iki veya daha fazla sermaye şirketine devretmesi ve karşılığında devredilen sermaye şirketinin ortaklarına devralan sermaye şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisseleri verilmesi (devredilen şirketin ortaklarına verilecek iştirak hisselerinin itibari değerinin % 10'una kadarlık kısmının nakit olarak ödenmesi işlemin bölünme sayılmasına engel değildir.).
2- (5228 Sayılı Kanunun 59/16 maddesiyle değişen ibare Yürürlük; 31.07.2004)Tam mükellef bir sermaye şirketinin veya bu mahiyetteki bir yabancı kurumun Türkiye'deki işyeri veya daimi temsilcisinin bilançosunda(**) yer alan gayrimenkuller ve iştirak hisseleri ile üretim tesisleri, hizmet işletmeleri ve bu tesis ve işletmelere bağlı gayrimaddi haklar, hammadde, yarı mamul ve mamul malların, mukayyet değerleri üzerinden mevcut veya yeni kurulacak tam mükellef bir sermaye şirketine, bu değerleri devreden şirketin ortaklarına verilmek veya devreden şirkette kalmak üzere, devralan şirketin iştirak hisseleri karşılığında aynî sermaye olarak konulması.
3- Tam mükellef bir sermaye şirketinin, diğer bir sermaye şirketinin hisselerini, bu şirketin yönetimini ve hisse senedi çoğunluğunu elde edecek şekilde devralması ve karşılığında bu şirketin ortaklarına kendi şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisselerini vermesi (hisseleri devralınan şirketin ortaklarına verilecek iştirak hisselerinin itibari değerinin % 10'una kadarlık kısmının nakit olarak ödenmesi işlemin hisse değişimi sayılmasına engel değildir.).
Aktifi ve pasifi düzenleyici hesaplar ilgili olduğu aktif veya pasif hesapla birlikte devrolunur.
Maliye Bakanlığı bölünme işlemleri ile ilgili usulleri belirlemeye yetkilidir. (***)
(*) (4684 sayılı Kanunla değişmeden önceki başlık) Devir Halinde Vergilendirme
(**) Tam mükellef bir sermaye şirketinin bilançosunda
(***) (4684 sayılı Kanunla değişmeden önceki madde) Devirlerde, aşağıdaki şartlara uyulduğu takdirde, münfesih kurumun sadece devir tarihine kadar elde ettiği kazançlar vergilendirilip, doğrudan doğruya birleşmeden doğan karlar hesaplanmaz ve vergilendirilemez:
1. Münfesih kurum ile birleşilen kurum müştereken imzalayacakları bir devir beyannamesini, birleşme tarihinden itibaren on beş gün içinde münfesih kurumun bağlı bulunduğu vergi dairesine verecekler ve bu beyannameye devir bilançosunu bağlayacaklardır;
2. Birleşilen kurum münfesih kurumun tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarını ödeyeceğini ve diğer vecibelerini yerine getireceğini devir beyannamesine bağlı bir taahhütname ile taahhüt edecektir. Mahallin en büyük malmemuru bu hususta birleşilen kurumdan ayrıca teminat isteyebilir.
Devir ve bölünme hallerinde vergilendirme (*)
Madde 39 -(4684 sayılı Kanunun 18/C maddesiyle değişen madde Yürürlük; 03.07.2001) A) Devirlerde, aşağıdaki şartlara uyulduğu takdirde, münfesih kurumun sadece devir tarihine kadar elde ettiği kazançlar vergilendirilip, doğrudan doğruya birleşmeden doğan kârlar hesaplanmaz ve vergilendirilmez.
1- Münfesih kurum ile birleşilen kurum, müştereken imzalayacakları bir devir beyannamesini, birleşme tarihinden itibaren on beş gün içinde münfesih kurumun bağlı bulunduğu vergi dairesine verirler ve bu beyannameye devir bilançosunu bağlarlar.
2- Birleşilen kurum münfesih kurumun tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarını ödeyeceğini ve diğer vecibelerini yerine getireceğini devir beyannamesine bağlı bir beyanname ile taahhüt eder. Mahallin en büyük mal memuru bu hususta birleşilen kurumdan ayrıca teminat isteyebilir.
B) 38 inci maddenin birinci fıkrasının (1) numaralı bendine göre gerçekleştirilen bölünmelerde, aşağıdaki şartlara uyulduğu takdirde bölünme suretiyle münfesih hale gelen kurumun sadece bölünme tarihine kadar elde ettiği kazançlar vergilendirilip, doğrudan doğruya bölünmeden doğan kârlar hesaplanmaz ve vergilendirilmez.
1- Bölünen kurum ile bu kurumun varlıklarını devralan kurumlar müştereken imzalayacakları bir bölünme beyannamesini, bölünme tarihinden itibaren on beş gün içinde bölünen kurumun bağlı olduğu vergi dairesine verirler ve bu beyannameye bölünme tarihindeki bilanço ve gelir tablosunu, bölünme sözleşmesini ve bölünen kurumun varlıklarını devralan kurumların yeni sermaye yapısını gösteren Ticaret Sicili Müdürlüğü yazısının bir örneğini bağlarlar.
2- Bölünen kurumun varlıklarını devralan kurumlar, bölünen kurumun bölünme tarihine kadar tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarından müteselsilen sorumlu olacaklarını ve bu vecibelerini yerine getireceklerini bölünme beyannamesine bağlı bir taahhütname ile taahhüt ederler. Mahallin en büyük mal memuru bu hususta bölünen kurum ile bu kurumun varlıklarını devralan kurumlardan teminat isteyebilir.
C) Bu maddeye göre yapılan devir ve bölünmelerde, devir veya bölünme tarihine kadar olan kazancın vergilendirilmesi için devir veya bölünmeye ilişkin şirket yetkili kurulu kararının Ticaret Sicilinde tescil edildiği tarih itibarıyla hesaplanan kazanç, bu kararın ilan edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde bölünme veya devir dolayısıyla münfesih hale gelen kurumun bağlı bulunduğu vergi dairesine kurumlar vergisi beyannamesi ile beyan edilir. Bu beyannameye devir veya bölünme bilançosu ile gelir tablosu bağlanır.
D) 38 inci maddenin birinci fıkrasının (2) ve (3) numaralı bentlerinde belirtilen işlemlerden doğan kârlar hesaplanmaz ve vergilendirilmez. 38 inci maddenin birinci fıkrasının (2) numaralı bendine göre gerçekleştirilen bölünme işlemlerinde bölünen kurumun bölünme tarihine kadar tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarından bölünen kurumun varlıklarını devralan kurumlar müteselsilen sorumlu olur. (**)
(*) (4684 sayılı Kanunla değişmeden önceki başlık) Devir Bilançosu ve Devir Beyannamesi
(**) (4684 sayılı Kanunla değişmeden önceki madde) 38'inci maddeye göre, devir tarihine kadar olan kazancın vergilendirilmesi için devir bilançosu ve kar ve zarar cetveli münfesih kurum tarafından bir beyannameye bağlanır ve bu beyanname devir tarihinden itibaren 15 gün içinde vergi dairesine tevdi olunur.
Madde 30 - (2362 sayılı Kanunun 17'inci maddesiyle değişen şekli) Her ne sebeple olursa olsun, tasfiye haline giren kurumların vergilendirilmesinde hesap dönemi yerine tasfiye dönemi kaim olur.
Tasfiye dönemi kurumun tasfiye haline girdiği tarihten başlar, bu tarihten aynı takvim yılı sonuna kadar olan dönem ile bu dönemden sonraki her takvim yılı müstakil bir tasfiye dönemi sayılır.
Tasfiyenin aynı takvim yılı içinde sona ermesi halinde tasfiye dönemi, kurumun tasfiye haline girdiği tarihten başlar ve tasfiyenin bittiği tarihe kadar devam eder.
Tasfiyenin nihayet bulduğu dönemin sonunda tasfiye kar veya zararı kati olarak tespit ve evvelce verilmiş olan tasfiye beyannameleri bu neticeye göre ıslah edilir. Tasfiye zararla kapanırsa, evvelce verilmiş tasfiye beyannamelerine müsteniden tahsil edilmiş vergiler iade olunur.
Bir yıldan fazla süren tasfiyelerde tarh zamanaşımı, tasfiyenin nihayet bulduğu dönemi takip eden yıldan itibaren başlar.
Tasfiye Beyannamesi
Madde 31 -(2362 sayılı Kanunun 18'inci maddesiyle değişen madde) Tasfiye beyannameleri, tasfiye memurları tarafından tasfiye dönemlerinin sonundan itibaren 21'inci maddede yazılı süreler içinde, tasfiye dönemi içinde tasfiye neticelenmişse, bilançonun veya nihai hesabın kesinleşmesinden itibaren 15 gün içinde kurumun bağlı olduğu vergi dairesine verilir.
Bu madde gereğince verilecek olan beyannamelere, bilanço ile kar ve zarar cetveli ve tasfiye bilançosuna göre ortaklara dağıtılan paralarla diğer değerlerin müfredatlı bir cetveli bağlanır. İşletme hesabı esasına göre defter tutanların beyannamelerine kar ve zarar cetveli yerine bu hesabın hülasası rapt olunur.
Tasfiye Karı
Madde 32 - (92 sayılı Kanunun 9'uncu maddesiyle değişen şekli) Tasfiye halindeki kurumların vergi matrahı tasfiye karıdır.
Tasfiye karı, tasfiye döneminin sonundaki servet değeri ile tasfiye döneminin başındaki servet değeri arasındaki müspet farktır.
Tasfiye karı hesaplanırken:
1. Ortaklara veya kurum sahiplerine tasfiye esnasında avans olarak veya sair suretle yapılan her nevi ödemeler tasfiyenin sonundaki servet değerine;
2. Mevcut sermayeye ilaveten ortaklar veya sahipleri tarafından yapılan ödemeler ile tasfiye esnasında elde edilen ve vergiden istisna edilmiş bulunan kazanç ve iratlar tasfiye döneminin başındaki servet değerine ilave olunur.
İşletme hesabı esasına göre defter tutanların tasfiye karı, tasfiye dönemi zarfında elde edilen hasılat ile yapılan giderler arasındaki farktan tasfiye döneminin başındaki emtia mevcudunun değeri çıkarıldıktan sonra kalan miktardır.
Bu madde hükmüne göre tasfiye karının hesaplanması sırasında, 14'üncü ve 15'inci maddelerin hükümleri de ayrıca göz önünde tutulur.
Servet Değeri
Madde 33 - (2573 sayılı Kanunun 8'inci maddesiyle değişen fıkra) Tasfiye döneminin başındaki servet değeri, kurumun tasfiye dönemi başındaki bilançosunda görülen öz sermayesidir. Bir yıldan fazla süren tasfiyelerde müteakip tasfiye dönemlerinin başındaki servet değeri, bir evvelki dönemin son bilançosunda görülen servet değeridir. Aşağıda yazılı olanların dışında kalan her nevi ihtiyatlarla dağıtılmamış kazançlar bu sermayeye dahildir.
1. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar temettü ve kazanç vergilerinden istisna edilerek ayrılmış olan ihtiyat akçeleri ve banka zarar karşılıkları (Sonradan Kurumlar vergisine tabi tutulan ihtiyat akçeleri ve banka zarar karşılıkları öz sermayeye dahildir);
2. Vergi kanunlarına göre ayrılmış olan her türlü amortismanlar ve karşılıklar ile sigorta şirketlerinin teknik ihtiyatları;
3. Hissedar veya sahip olmayan kimselere dağıtılacak olan kazanç kısmı.
Hisselerine mahsuben ortaklara dağıtılan, satılan, devredilen veya kurum sahibine iade olunan değerler, Vergi Usul Kanunu'nun hükümlerine göre ve dağıtmanın, satışın, devrin veya iadenin yapıldığı günün emsal bedeli ile değerlenir.
Tasfiye Memurlarının Sorumluluğu
Madde 34 - (192 sayılı kanunun 11'inci maddesiyle değişen şekli) Tasfiye memurları kurumun tahakkuk etmiş vergileri ile tasfiye beyannamelerine göre hesaplanan vergileri ödemeden veyahut bu vergilerle diğer itirazlı tarhiyat için karşılık ayırmadan, İcra ve İflas Kanunu'nun 206'ıncı maddesinin 6'ıncı sırasında yazılı alacaklılara ödeme ve ortaklara paylaştırma yapamazlar.
Aksi takdirde bu vergilerin asıl ve zamlarından ve vergi cezalarından şahsen ve müsteselsilen sorumlu olurlar.
Vergi aslı ve zamları, kendisine paylaştırma yapılan ortaklardan da aranılabilir. Ortaklardan tahsil edilmiş olan vergi asılları için ayrıca tasfiye memurlarına müracaat olunmaz.
Tasfiye memurları, bu madde gereğince ödedikleri vergilerin asıllarından dolayı, tasfiyeden hisse alan ortaklara, paylaştırma yapılmışsa veya ortakların tasfiye payları vergileri karşılamaya yetmezse alacaklarını tamamen veya kısmen tahsil eden alacaklılara rücu edebilirler.
Tasfiye Muamelelerinin İncelenmesi
Madde 35 - Tasfiye beyannamesinin verilmesiyle birlikte tasfiye memurları muamelelerini vergi bakımından incelenmesini bir talepname ile isterler.
Talepnamenin verilmesinden itibaren en geç bir ay içinde vergi incelemelerine başlanarak aralıksız devam olunur.
Vergi incelemelerinin bitmesini takip eden on beş gün içinde vergi dairesi neticeyi tasfiye memurlarına yazı ile bildirir. Buna göre kurumdan aranan vergilerin neticesi alınıncaya kadar tasfiye memurlarının 34'üncü maddede yazılı sorumluluğu devam eder.
(5228 sayılı Kanunun 33’üncü maddesiyle eklenen fıkra, Yürürlük; 31.7.2004) Maliye Bakanlığı mükelleflerin, hukukî statülerini, faaliyet gösterdikleri alanları ve tasfiyeye giriş tarihindeki aktif büyüklüklerini dikkate almak suretiyle tasfiye işlemlerine yönelik inceleme yaptırmamaya yetkilidir.
Birleşme
Madde 36 - Bir veya birkaç kurumun diğer bir kurumla birleşmesi, birleşme sebebiyle infisah eden kurumlar bakımından tasfiye hükmündedir. Ancak, birleşmede tasfiye karı yerine birleşme karı vergiye matrah olur.
Tasfiye karının tesbiti hakkındaki hükümler, birleşme karının tesbitinde de caridir. Şu farkla ki, münfesih kurumun veya kurumların ortaklarına veya sahiplerine birleşilen kurum tarafından doğrudan doğruya veya vasıta ile verilen değerler, kurumun tasfiyesi halinde ortaklara dağıtılan değerler yerine geçer.
Birleşilen kurumdan alınan değerler Vergi Usul Kanunu'nda yazılı esaslara göre değerlenir.
34 ve 35'inci maddelere göre tasfiye memurlarına düşen sorumluluk ve ödevler birleşme halinde, birleşilen kuruma terettüp eder.
Devir
Madde 37 -Aşağıda yazılı şartlar dahilinde vaki olan birleşmeler devir hükmündedir:
1. Birleşme neticesinde infisah eden kurum ile birleşilen kurumun kanuni veya iş merkezleri Türkiye'de bulunacaktır;
2. Münfesih kurumun devir tarihindeki bilanço değerlerini birleşilen (Devralan) kurum, kül halinde devralacak ve aynen bilançosuna geçirecektir.
3. (4108 sayılı Kanunun 39'uncu maddesiyle bent kaldırılmıştır) (*)
Kurumların yukarıdaki şartlar dahilinde şekil değiştirmeleri de devir hükmündedir.
(*) 3. (Kaldırılmadan önceki şekli) Birleşilen kurum münfesih kurumun ortaklarına veya sahiplerine devraldığı servet nispetinde hisse verecektir.
Bölünme ve hisse değişimi(*)
Madde 38 - (4684 sayılı Kanunun 18/B maddesiyle değişen madde Yürürlük; 03.07.2001) Aşağıdaki işlemler bölünme veya hisse değişimi hükmündedir.
1- Tam mükellef bir sermaye şirketinin tasfiyesiz olarak infisah etmek suretiyle bütün mal varlığı, alacak ve borçlarını mukayyet değerleri üzerinden mevcut veya yeni kurulacak tam mükellefiyete tabi iki veya daha fazla sermaye şirketine devretmesi ve karşılığında devredilen sermaye şirketinin ortaklarına devralan sermaye şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisseleri verilmesi (devredilen şirketin ortaklarına verilecek iştirak hisselerinin itibari değerinin % 10'una kadarlık kısmının nakit olarak ödenmesi işlemin bölünme sayılmasına engel değildir.).
2- (5228 Sayılı Kanunun 59/16 maddesiyle değişen ibare Yürürlük; 31.07.2004)Tam mükellef bir sermaye şirketinin veya bu mahiyetteki bir yabancı kurumun Türkiye'deki işyeri veya daimi temsilcisinin bilançosunda(**) yer alan gayrimenkuller ve iştirak hisseleri ile üretim tesisleri, hizmet işletmeleri ve bu tesis ve işletmelere bağlı gayrimaddi haklar, hammadde, yarı mamul ve mamul malların, mukayyet değerleri üzerinden mevcut veya yeni kurulacak tam mükellef bir sermaye şirketine, bu değerleri devreden şirketin ortaklarına verilmek veya devreden şirkette kalmak üzere, devralan şirketin iştirak hisseleri karşılığında aynî sermaye olarak konulması.
3- Tam mükellef bir sermaye şirketinin, diğer bir sermaye şirketinin hisselerini, bu şirketin yönetimini ve hisse senedi çoğunluğunu elde edecek şekilde devralması ve karşılığında bu şirketin ortaklarına kendi şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisselerini vermesi (hisseleri devralınan şirketin ortaklarına verilecek iştirak hisselerinin itibari değerinin % 10'una kadarlık kısmının nakit olarak ödenmesi işlemin hisse değişimi sayılmasına engel değildir.).
Aktifi ve pasifi düzenleyici hesaplar ilgili olduğu aktif veya pasif hesapla birlikte devrolunur.
Maliye Bakanlığı bölünme işlemleri ile ilgili usulleri belirlemeye yetkilidir. (***)
(*) (4684 sayılı Kanunla değişmeden önceki başlık) Devir Halinde Vergilendirme
(**) Tam mükellef bir sermaye şirketinin bilançosunda
(***) (4684 sayılı Kanunla değişmeden önceki madde) Devirlerde, aşağıdaki şartlara uyulduğu takdirde, münfesih kurumun sadece devir tarihine kadar elde ettiği kazançlar vergilendirilip, doğrudan doğruya birleşmeden doğan karlar hesaplanmaz ve vergilendirilemez:
1. Münfesih kurum ile birleşilen kurum müştereken imzalayacakları bir devir beyannamesini, birleşme tarihinden itibaren on beş gün içinde münfesih kurumun bağlı bulunduğu vergi dairesine verecekler ve bu beyannameye devir bilançosunu bağlayacaklardır;
2. Birleşilen kurum münfesih kurumun tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarını ödeyeceğini ve diğer vecibelerini yerine getireceğini devir beyannamesine bağlı bir taahhütname ile taahhüt edecektir. Mahallin en büyük malmemuru bu hususta birleşilen kurumdan ayrıca teminat isteyebilir.
Devir ve bölünme hallerinde vergilendirme (*)
Madde 39 -(4684 sayılı Kanunun 18/C maddesiyle değişen madde Yürürlük; 03.07.2001) A) Devirlerde, aşağıdaki şartlara uyulduğu takdirde, münfesih kurumun sadece devir tarihine kadar elde ettiği kazançlar vergilendirilip, doğrudan doğruya birleşmeden doğan kârlar hesaplanmaz ve vergilendirilmez.
1- Münfesih kurum ile birleşilen kurum, müştereken imzalayacakları bir devir beyannamesini, birleşme tarihinden itibaren on beş gün içinde münfesih kurumun bağlı bulunduğu vergi dairesine verirler ve bu beyannameye devir bilançosunu bağlarlar.
2- Birleşilen kurum münfesih kurumun tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarını ödeyeceğini ve diğer vecibelerini yerine getireceğini devir beyannamesine bağlı bir beyanname ile taahhüt eder. Mahallin en büyük mal memuru bu hususta birleşilen kurumdan ayrıca teminat isteyebilir.
B) 38 inci maddenin birinci fıkrasının (1) numaralı bendine göre gerçekleştirilen bölünmelerde, aşağıdaki şartlara uyulduğu takdirde bölünme suretiyle münfesih hale gelen kurumun sadece bölünme tarihine kadar elde ettiği kazançlar vergilendirilip, doğrudan doğruya bölünmeden doğan kârlar hesaplanmaz ve vergilendirilmez.
1- Bölünen kurum ile bu kurumun varlıklarını devralan kurumlar müştereken imzalayacakları bir bölünme beyannamesini, bölünme tarihinden itibaren on beş gün içinde bölünen kurumun bağlı olduğu vergi dairesine verirler ve bu beyannameye bölünme tarihindeki bilanço ve gelir tablosunu, bölünme sözleşmesini ve bölünen kurumun varlıklarını devralan kurumların yeni sermaye yapısını gösteren Ticaret Sicili Müdürlüğü yazısının bir örneğini bağlarlar.
2- Bölünen kurumun varlıklarını devralan kurumlar, bölünen kurumun bölünme tarihine kadar tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarından müteselsilen sorumlu olacaklarını ve bu vecibelerini yerine getireceklerini bölünme beyannamesine bağlı bir taahhütname ile taahhüt ederler. Mahallin en büyük mal memuru bu hususta bölünen kurum ile bu kurumun varlıklarını devralan kurumlardan teminat isteyebilir.
C) Bu maddeye göre yapılan devir ve bölünmelerde, devir veya bölünme tarihine kadar olan kazancın vergilendirilmesi için devir veya bölünmeye ilişkin şirket yetkili kurulu kararının Ticaret Sicilinde tescil edildiği tarih itibarıyla hesaplanan kazanç, bu kararın ilan edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde bölünme veya devir dolayısıyla münfesih hale gelen kurumun bağlı bulunduğu vergi dairesine kurumlar vergisi beyannamesi ile beyan edilir. Bu beyannameye devir veya bölünme bilançosu ile gelir tablosu bağlanır.
D) 38 inci maddenin birinci fıkrasının (2) ve (3) numaralı bentlerinde belirtilen işlemlerden doğan kârlar hesaplanmaz ve vergilendirilmez. 38 inci maddenin birinci fıkrasının (2) numaralı bendine göre gerçekleştirilen bölünme işlemlerinde bölünen kurumun bölünme tarihine kadar tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarından bölünen kurumun varlıklarını devralan kurumlar müteselsilen sorumlu olur. (**)
(*) (4684 sayılı Kanunla değişmeden önceki başlık) Devir Bilançosu ve Devir Beyannamesi
(**) (4684 sayılı Kanunla değişmeden önceki madde) 38'inci maddeye göre, devir tarihine kadar olan kazancın vergilendirilmesi için devir bilançosu ve kar ve zarar cetveli münfesih kurum tarafından bir beyannameye bağlanır ve bu beyanname devir tarihinden itibaren 15 gün içinde vergi dairesine tevdi olunur.
Beyannamenin Muhteviyatı
Beyannamenin Muhteviyatı
Madde 23 - (3239 sayılı Kanunun 76'ıncı maddesiyle değişen madde) Beyannamelerin şekil, muhteva ve ekleri Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nca tayin ve tespit olunur. Mükellefler beyanlarını bu beyanname ile yapmaya veya bu beyannamelerde yazılı bilgilere uygun olarak bildirmeye mecburdurlar.
Tevkifat Yolu İle Alınan Kurumlar Vergisi, Tevkifat Yapmaya Mecbur Olanlar ve Tevkifata Ait Muhtasar Beyanname
Madde No 24 - (3239 sayılı Kanunun 77 inci maddesiyle değişen madde) Dar mükellefiyete tabi kurumların ticarî, ziraî ve (4369 sayılı Kanunun 81/D-4 maddesiyle değişen ibare. Yürürlük; 1.1.1999) diğer kazanç ve iratları(*) dışında kalan kazanç ve iratları ile telif, imtiyaz, ihtira, işletme, ticaret unvanı, alameti farika ve benzeri gayri maddî hakların satışı, devir ve temliki mukabilinde alınan bedeller % 25 nispetinde kurumlar vergisi tevkifatına tabidir (3946 sayılı Kanunun 31'inci maddesiyle değişen parantez içi ifade. Yürürlük; 1.1.1995) (Gelir Vergisi Kanunu'nun 94 üncü maddesinin 6 numaralı bendi uyarınca tevkifata tabi tutulan kazanç ve iratlardan bu madde hükmüne göre ayrıca tevkifat yapılmaz.) (**)
Türkiye'de işyeri ve daimi temsilcisi bulunmayan dar mükellefiyete tabi kurumlar vergisi mükellefleri, Gelir Vergisi Kanunu'nun 30 uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki kazançları elde etmeleri halinde bu kazançlar kendilerince % 25 (93/5147 B.K.K. ile “0” sıfır Yürürlük; 1.1.1994) oranında tevkifata tabi tutulur. Tevkifata tabi tutulan bu kazançlar sadece muhtasar beyanname ile beyan edilir.
Yapılacak vergi tevkifatında kazanç ve iratlar gayrisafi miktarları üzerinden nazara alınır.
Bakanlar Kurulu, dar mükellefiyete tabi kurumların tevkifata tabi kazanç ve iratlarından yapılacak vergi tevkifat nispetini, gelir unsurları veya faaliyet konuları itibariyle ayrı ayrı belirlemeye, sıfıra kadar indirmeye veya yukarıdaki oranın bir katını geçmemek üzere yeri bir oran tesbit etmeye yetkilidir.
Bu maddeye göre vergisi tevkif suretiyle alınan kazanç ve iratlar için 20 ve 22 nci maddelere göre beyanname verilmesi veya bu madde kapsamına girmeyen kazanç ve iratlar için verilecek beyannamelere mezkûr kazanç ve iratların ithali ihtiyaridir. (3946 sayılı Kanunun 31 inci maddesiyle değişen parantez içi ifade. Yürürlük; 1.1.1994) (Şu kadar ki Gelir Vergisi Kanunu'nun 75'inci maddesinin ikinci fıkrasının 5 ve 7 numaralı bentlerinde yer alan menkul sermaye iratları ile yatırım fonları ve ortaklıklarının katılma belgeleri ve hisse senetlerinden elde edilen kâr paylarının verilecek beyannamelere dahil edilmesi zorunludur. (***)
Dar mükellef durumunda olan kurumlara yukarıda yazılı kazanç ve iratları sağlayanlar bu kazanç ve iratlardan kurumlar vergisi tevkifatı yapmaya mecburdurlar.
Kazanç ve iratları sağlayanlar, kurumlar vergisi tevkifatına tabi kazanç ve iratları nakden veya hesaben ödeyen veya tahakkuk ettiren gerçek ve tüzel kişilerdir.
Bu madde gereğince vergi tevkifatı yapanlar bir ay içinde nakden veya hesaben ödedikleri veya tahakkuk ettirdikleri kazanç ve iratlar ile bunlardan kestikleri kurumlar vergisini müteakip ayın (5035 Sayılı Kanunun 48/5-b maddesiyle değişen ibare. Geçerlilik:01.01.2004; Yürürlük:02.01.2004) yirminci günü akşamına kadar(****) bağlı bulundukları vergi dairesine muhtasar beyanname ile bildirirler.
Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre defter tutmak mecburiyetinde olanlar bu maddeye göre yaptıkları vergi tevkifatını ayrıca kayıt ve hesaplarında gösterirler.
Muhtasar beyannamenin şekil, muhteva ve ekleri Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nca tayin ve tesbit olunur. Mükellefler beyanlarını bu beyanname ile yapmaya veya bu beyannamelerde yazılı bilgilere uygun olarak bildirmeye mecburdurlar.
(*) (Değişmeden önceki ibare) sair kazanç ve iratlar.
(**) (Değişmeden önceki ibare) sair kazanç ve iratlar
(***) (Değişmeden önceki şekli) (Ancak her nevi tahvil ve Hazine Bonolarından elde edilen faizler ile gelir ortaklığı senetlerinden sağlanan gelirler için beyanname verilmez veya verilecek beyannamelere bu gelirler dahil edilmez.)
(****)(5035 sayılı Kanunla değişmeden önceki şekli) (4842 sayılı Kanunun 36/2-b maddesiyle değişen ibare Yürürlük; 01.01.2004)yirmiüçüncü günü akşamına kadar(x)
(x)(4842 sayılı Kanunla değişmeden önceki ibare) yirminci günü akşamına kadar
Madde 23 - (3239 sayılı Kanunun 76'ıncı maddesiyle değişen madde) Beyannamelerin şekil, muhteva ve ekleri Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nca tayin ve tespit olunur. Mükellefler beyanlarını bu beyanname ile yapmaya veya bu beyannamelerde yazılı bilgilere uygun olarak bildirmeye mecburdurlar.
Tevkifat Yolu İle Alınan Kurumlar Vergisi, Tevkifat Yapmaya Mecbur Olanlar ve Tevkifata Ait Muhtasar Beyanname
Madde No 24 - (3239 sayılı Kanunun 77 inci maddesiyle değişen madde) Dar mükellefiyete tabi kurumların ticarî, ziraî ve (4369 sayılı Kanunun 81/D-4 maddesiyle değişen ibare. Yürürlük; 1.1.1999) diğer kazanç ve iratları(*) dışında kalan kazanç ve iratları ile telif, imtiyaz, ihtira, işletme, ticaret unvanı, alameti farika ve benzeri gayri maddî hakların satışı, devir ve temliki mukabilinde alınan bedeller % 25 nispetinde kurumlar vergisi tevkifatına tabidir (3946 sayılı Kanunun 31'inci maddesiyle değişen parantez içi ifade. Yürürlük; 1.1.1995) (Gelir Vergisi Kanunu'nun 94 üncü maddesinin 6 numaralı bendi uyarınca tevkifata tabi tutulan kazanç ve iratlardan bu madde hükmüne göre ayrıca tevkifat yapılmaz.) (**)
Türkiye'de işyeri ve daimi temsilcisi bulunmayan dar mükellefiyete tabi kurumlar vergisi mükellefleri, Gelir Vergisi Kanunu'nun 30 uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki kazançları elde etmeleri halinde bu kazançlar kendilerince % 25 (93/5147 B.K.K. ile “0” sıfır Yürürlük; 1.1.1994) oranında tevkifata tabi tutulur. Tevkifata tabi tutulan bu kazançlar sadece muhtasar beyanname ile beyan edilir.
Yapılacak vergi tevkifatında kazanç ve iratlar gayrisafi miktarları üzerinden nazara alınır.
Bakanlar Kurulu, dar mükellefiyete tabi kurumların tevkifata tabi kazanç ve iratlarından yapılacak vergi tevkifat nispetini, gelir unsurları veya faaliyet konuları itibariyle ayrı ayrı belirlemeye, sıfıra kadar indirmeye veya yukarıdaki oranın bir katını geçmemek üzere yeri bir oran tesbit etmeye yetkilidir.
Bu maddeye göre vergisi tevkif suretiyle alınan kazanç ve iratlar için 20 ve 22 nci maddelere göre beyanname verilmesi veya bu madde kapsamına girmeyen kazanç ve iratlar için verilecek beyannamelere mezkûr kazanç ve iratların ithali ihtiyaridir. (3946 sayılı Kanunun 31 inci maddesiyle değişen parantez içi ifade. Yürürlük; 1.1.1994) (Şu kadar ki Gelir Vergisi Kanunu'nun 75'inci maddesinin ikinci fıkrasının 5 ve 7 numaralı bentlerinde yer alan menkul sermaye iratları ile yatırım fonları ve ortaklıklarının katılma belgeleri ve hisse senetlerinden elde edilen kâr paylarının verilecek beyannamelere dahil edilmesi zorunludur. (***)
Dar mükellef durumunda olan kurumlara yukarıda yazılı kazanç ve iratları sağlayanlar bu kazanç ve iratlardan kurumlar vergisi tevkifatı yapmaya mecburdurlar.
Kazanç ve iratları sağlayanlar, kurumlar vergisi tevkifatına tabi kazanç ve iratları nakden veya hesaben ödeyen veya tahakkuk ettiren gerçek ve tüzel kişilerdir.
Bu madde gereğince vergi tevkifatı yapanlar bir ay içinde nakden veya hesaben ödedikleri veya tahakkuk ettirdikleri kazanç ve iratlar ile bunlardan kestikleri kurumlar vergisini müteakip ayın (5035 Sayılı Kanunun 48/5-b maddesiyle değişen ibare. Geçerlilik:01.01.2004; Yürürlük:02.01.2004) yirminci günü akşamına kadar(****) bağlı bulundukları vergi dairesine muhtasar beyanname ile bildirirler.
Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre defter tutmak mecburiyetinde olanlar bu maddeye göre yaptıkları vergi tevkifatını ayrıca kayıt ve hesaplarında gösterirler.
Muhtasar beyannamenin şekil, muhteva ve ekleri Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nca tayin ve tesbit olunur. Mükellefler beyanlarını bu beyanname ile yapmaya veya bu beyannamelerde yazılı bilgilere uygun olarak bildirmeye mecburdurlar.
(*) (Değişmeden önceki ibare) sair kazanç ve iratlar.
(**) (Değişmeden önceki ibare) sair kazanç ve iratlar
(***) (Değişmeden önceki şekli) (Ancak her nevi tahvil ve Hazine Bonolarından elde edilen faizler ile gelir ortaklığı senetlerinden sağlanan gelirler için beyanname verilmez veya verilecek beyannamelere bu gelirler dahil edilmez.)
(****)(5035 sayılı Kanunla değişmeden önceki şekli) (4842 sayılı Kanunun 36/2-b maddesiyle değişen ibare Yürürlük; 01.01.2004)yirmiüçüncü günü akşamına kadar(x)
(x)(4842 sayılı Kanunla değişmeden önceki ibare) yirminci günü akşamına kadar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)